Yalanla dolanla yazılmış, geçmişe sürekli kara çalan resmi tarihle büyümek zorunda kaldık hepimiz. Bu tarihi yazanlar da yazdıranlar da kan ve acılarla dolu bir geçmişimiz olduğunu belletmeye çalıştılar bize. Osmanlı Padişahlarının çoğu ya deliydi ya da haremden çıkmayan, cinsel dürtülerinin tutsağı zavallılar. Arada Fatih’le Kanuni çıkmıştı ama gerisi beş para etmezdi. Din bir yandan Osmanlı öte yandan bizi köleliğe mahkum etmişti! Sadece bir örnek bile bunların yalan değil kuyruklu yalan olduğunu kanıtlamaya yeter.
İttihatçılar, Jön Türkler bu topraklarda yaşayan insanların özgürlü, mutluluğu ve huzuru için savaşan kahramanlardı resmi tarihimize göre. Osmanlı’nın en “acımasız ve baskıcı padişahı Abdülhamid’i yani Kızıl Sultan’ı tahtından indirerek halkın derin bir soluk almasını sağlayan..” İttihatçıların nasıl da imparatorluğu on yıl gibi çok kısa bir sürede yok ettiğini nedense bu kitaplar hiç anlatmıyordu. Aslında Abdülhamid Han’ın önemini, ileri görüşlülüğünü, her yandan saldırıya uğrayan imparatorluğu ancak büyük bir satranç ustasının düşünebileceği hamlelerle nasıl ayakta tutabildiği çok sonraları anlayacaktık.
Ülkelerin ve milletlerin geleceğinde petrolün ne kadar önemli olacağını herkesten önce Abdülhamid Han anlamıştı. Bize “Osmanlı petrolün değerini bilmediği için zengin petrol yataklarının Batılılarca devşirilmesine sesini çıkarmamıştı” gibisinden gerçek dışı bilgileri her gün tabldot gibi verenler Osmanlı’yı küçümsememiz hata belleklerimizden silip atmamız için az uğraşmamışlardı doğrusu. İşin gerçeği farklıydı tabi! Abdülhamid Han Musul, Kerkük ve Basra’daki petrolün haritalarını çıkarmakla kalmamış 1880 yılından başlayarak bütün petrol yataklarını özel mülküne katmıştı. Abdülhamid Han’ın Musul-Kerkük bölgesini satın almasından sonra dönemin Batılı büyük güçleri bu bölgedeki petrole ilgi duymaya başladı. Eğer 29 Nisan 1888 tarihli Emlak-ı Hümayun’a bir göz atarsak padişahın 1880-81 yılları arasında Bağdat ve Musul vilayetlerinde toplam 17 milyon dönümü, Bağdat’ın güneyinde de 6 milyon dönümü parasını ödeyerek satın aldığını görürüz. Kendi mülkü olduğundan Almanya, Fransa ve Hollanda’dan gelen tekliflerle ilgileniyordu. Avrupalıların aç gözlülüğünden yaka silken padişah kimsenin beklemediği bir hamle yapıp Japonya’dan bir petrol uzmanı istiyor Tokyo’nun bölgeyle ilgilenmesini sağlamaya çalışıyordu. Padişahın tek amacı petrol değildi. Bölgede sürekli birbirleri ve devletle savaşan aşiretlerin de petrolden yararlanacağını, kavgayı bırakıp barışa yöneleceğini düşünmüştü.
Abdülhamid Han salt bu arazileri almakla kalmıyor yaptırdığı araştırmalarla yeraltı zenginliklerini bir bir belirliyordu. Hemen ardından işletme imtiyazlarını da özel mülküne aldı. Bunu yapmasını nedeni İskenderun petrollerinde yaşananlardır. İskenderun petrol yatakları devlet mülküyken yerli sermayedarlara petrol arama, çıkarma ve pazarlama yetkisi veriliyor. Ancak bağlayıcı hükümlerin yetersizliği nedeniyle yerli firmalar bütün yetkileri İngiliz ve Alman ortaklarına devrediyorlardı. Bundan gerekli dersi çıkaran padişah, Musul ve Kerkük’ten sonra Van gölü petrolleri, Yanya vilayetindeki Senice petrolleri ve Ferecik petrollerinin imtiyazlarını da aldı. (Emine Dolmaç’a teşekkürler)
Peki bu değerli topraklar nasıl oluyor da elimizden uçup gidiyor? Her şeyden önce Abdülhamid Han tahttan indirildiği 1908 yılında bu özel mülkleri hazineye devretmek zorunda bırakılıyor. Tabi bundan sonra Musul ve Kerkük’ü ele geçirmek kolaydır yabancı devletler için. Gülbenkyan’la başlayan Lozan’da noktalanan süreçte bu topraklar Abdülhamid Han’ın bütün uğraşlarını boşa çıkarıyor.
Osmanlı’ya kara çalmakla tarihi değiştiremez, insanları da aldatamaz kimse artık. Boşuna insanları bir, bilemedin iki kez kandırabilirsin de sür-git kandırman mümkün değildir dememişler!
(Meraklısına Not: Dr Arzu Terzi—’ Bağdat Musul’da Abdülhamid’in Mirası Petrol ve Arazi’. Timaş Yayınları)