İnsan niçin dedelerinin dilini öğrenmekten korkar? Dünyayla bütünleşmek adına İngilizceden Çinceye kadar onlarca dili öğrenmek için çaba harcarken dedelerinin dilini öğretmek isteyenlere karşı çıkar?
Atatürk’cülük adına mı?
Atatürk’ün TBMM arşivlerinde duran konuşmalarını bir okuyun hele. Anlayabilecek misiniz neler söylediğini? Hayır.
Peki bu ülkede yazılan ilk roman Taaşşuk-u Talat ve Fitnat’ı okumak iter miydiniz? Okuyamazsınız! Çünkü hiç bir şey anlayamazsınız. Ben de anlayamam. Dedem okumuştu. Hiç unutmam benim Türkçe Edebiyat kitabımı karıştırıp ,”Neden Taaşşuk’u Talat ve Fitnat yok bu kitapta? Ne biçim edebiyat bu?” demişti. Ben söylediklerinden hiç bir şey anlamamıştım. Ancak söylediği kitabın adını yalan yanlış da olsa bir kağıda yazdım ve ertesi gün sınıfta edebiyat öğretmenimiz Türkan Hanıma sordum. Türkan Hanım yüzüme baktı sonra da beni doğru muavin Seydi Bey’e yolladı. Seydi Bey’se sırf bu soruyu sorduğum için kulak mememi un-ufak etti bir de tokat patlattı enseme! Neden hem Türkan Hanım hem de Seydi Bey böylesine tepki göstermişlerdi benim basit soruma? Çünkü onlar, Osmanlıca’yla aramızda oluşma ihtimali bulunan her türlü bağı koparmakla görevlendirilmişti Milli Eğitim Bakanlığınca. Herhalde böyle bir uygulamayı yapan ender ülkelerden biriydik dünyada.
Shakespeare’i anlamak istiyorsanız eski İngilizce bileceksiniz. Başka türlü çözemezsiniz Macbeth’i, Hamlet’i. Eski İngilizceyle günümüz İngilizcesi arasında büyük fark vardır hem cümle yapısında hem de kullanılan kelimelerde. Örneğin you (sen) yerine Shakespeare’in döneminde thou ya da thee kullanılırdı. Bunu bilmezseniz yazılandan bir şey anlamazsınız. Eski İngilizce (Old English) seçmeli ders olarak verilir okullarda. Ancak edebiyattan geçmek için Shakespeare’i neredeyse ezberlemeniz gerekir ki, eski İnglizceyi bilmiyorsanız bu mümkün değildir. Onun için de bütün İngiliz çocuklar bu seçmeli dersi alırlar. İngiltere’de geçmişle bağlar bir çırpıda kopartılmadığından bir kaç yüz yıl önce konuşulan dili bilen ve de öğretebilecek bir çok öğretmen vardır. Ancak günümüz Türkiye’sinde Osmanlıcayı öğretebilecek yeterli sayıda öğretmen bulmak herhalde imkansızdır. Bu nedenle Osmanlıca’nın seçmeli diller arasında yerini alması en doğrusu olabilir.
Rahmetli Kemal Tahir Osmanlıca’nın yassah kapsamına alınmasının ardında yeni yetişecek kuşakların salt resmi tarihi öğrenmeleri dayatmasının yatığını söylerdi. Haklıdır da. Çünkü gerçek tarihimizle resmi tarih arasında çok büyük farklar olduğunu artık biliyoruz. Örneğin ders kitaplarında baskıcı, kan içici, acımasız Kızıl Sultan diye öğretilen II. Abdülhamid Han’ın, Fatih ve Kanuni’yle birlikte Osmanlı’nın en büyük padişahlarından biri olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Geçmişle aramızdaki bağlar bir darbede koparılmasaydı tarihimizle ilgili gerçekleri öğrenmek için bunca yıl beklememiz gerekmeyecekti. Kahramanları da Hollywood filmlerinde değil kendi geçmişimizde bulacaktık.
Geçmişinden, inançlarından, geleneklerinden böylesine koparılan bir toplum önünde sonunda atalarıyla yeniden kucaklaşmak isyecektir. Buna engel olmak için ortaya atılan safsatalarınsa hiç bir geçerliliği yoktur, olamaz da. Geçmişini yadsıyan toplumların, sadece yalan yanlış bir geçmişle beslenerek büyüyüp gelişmeleri, dünle ilgili zorla şırınga edilen aşağılık duygularından kurtulmaları mümkün değildir. Onun için, isteyenlerin, Osmanlıca’yı öğrenmeleri, çok ama çok önemlidir.