Bu soru karşısında, “Yargı karar vermelidir” diyerek kenara çekilecek değilim. Kişisel fikrim şudur: Terör örgütleriyle “direkt” ilişkisi yoksa, serbest bırakılmalıdır, tutuksuz yargılanmalıdır. Yani, tutukluluk “ceza”ya dönüştürülmemelidir.
Osman Kavala’nın neyle suçlandığını bilmiyorum.
Kim olduğunu da bilmiyorum.
Daha önce bir “portre” denemesinde bulunmuştum.
O denemeden aklımda kalan, şanslı bir tutuklu olduğuydu.
Bir işadamı olduğunu biliyoruz.
Hem de “solcu” bir işadamı...
İlişkilerini, siyasal aidiyetini, kimlerle iş yaptığını, hangi hayırlı sivil toplum faaliyetlerinde bulunduğunu, hangi yayınevine “finans desteği” sağladığını, hangi ünlü lokantanın sahibi olduğunu ve elbette ünlü kuzenlerini...
Hepsini biliyoruz.
Hakkındaki şu “iddialar” çokça yazıldığı ve tekzip de yemediği için tekrarlamakta beis yok: PKK’yı destekleyen, en azından PKK konusunda kırılgan olan bir işadamı... Bu örgütün elebaşı Abdullah Öcalan’la da, belli ki, yakından tanışıyorlar:
Mesaj gönderecek ve mesajına karşılık alacak kadar yakın bir tanışıklık.
Bu “yakınlığın”, ayrıca, örgüte siyasal desteği de içerdiğini söyleyebilir miyiz?
Söylersek haksızlık etmiş olur muyuz?
Çünkü Kavala gibi düşünen, meselelere Kavala gibi bakan aydınlar (neredeyse bütün bir sol entelijansiya) PKK konusunda biraz farklı düşünüyor.
Muhtemeldir ki, “özgürlük mücadelesi veren gerilla” gözüyle bakıyorlar örgüte ve bu düşüncelerini bazen “açık kanallara” döküyorlar.
Kavala da öyle...
Hem PKK sempatisini gizlemiyor, hem de PKK siyasetiyle paralel görünmekten rahatsızlık duymuyor; belki de bunu “doğal ve olması gereken bir pozisyon” gibi görüyor.
Olabilir.
Bunun (bir terör örgütüne zımni desteğin) suç olduğunu söylemeye çalışmıyorum...
Bir şeye “sempatiyle” bakmanız, ille de o “şey”den sorumlu tutulmanızı ve tecziyenizi gerektirmiyor. Ayrıca bunlar yargının konusu. Bize ne, size ne, kime ne...
Şunu demeye çalışıyorum: Sol entelijansiyanın “özgürlük mücadelesi veren gerilla” olarak değerlendirdiği örgüt, devletin uçakları tarafından vuruluyor.
Bu uçaklar da, PKK sempatisini gizlemeyen Osman Kavala tarafından modernize ediliyor(du).
Peki, bu nasıl oluyor(du)?
Kavala’yla ilgili “dikkat çekici” ayrıntılardan birini de Hasan Öztürk ve Hilal Kaplan yazdılar:
Selahattin Demirtaş’ın üç tekrarla Meclis kürsüsünden okuduğu “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganının mucidi (daha doğrusu metin yazarı) Osman Kavala’ymış.
Bu iddia da henüz tekzip yemedi.
Dikkat çekici bir ayrıntı daha:
Süreç içinde (ve uluslararası kimi katkılarla) “çevre eylemi” olmaktan çıkıp, apaçık bir “hükümet darbesine” dönüşen “Gezi” nümayişinde de Osman Kavala’nın izlerine rastlıyoruz ve esasında çok da şaşırmıyoruz.
Meselenin, bizi şaşkınlıklardan şaşkınlıklara sürükleyen tarafı şu:
Osman Kavala tutuklandı, (ABD’sinden AB’sine) bütün Batı ülkeleri ve neredeyse hafızanızda yer tutmuş bütün uluslararası sivil toplum kuruluşları tepki gösterdi.
Bu tutuklamayla nerelere dokunuldu, hangi “masuniyet alanına” girildi ki, bu kadar büyük tepki gösterildi ve gösteriliyor?
Bilmek isterdim...
Öylesine “orantısız” ve misli görülmemiş bir tepki ki, elan gözaltında tutulan ya da tutuklu bulunan işadamları kıskançlık gösterse yeridir!