Bir sorunu nasıl algıladığınız, onu nasıl yönetebileceğinizin de anahtarıdır aynı zamanda. Sözgelimi, neredeyse 30 yıldır boğuştuğunuz terör sorununu, tarihsel anlamda Kürt sorunundan, isyanlardan ve bölgesel, hatta uluslararası etkenlerden kopuk ele alırsanız, yönetme şansını baştan kaybedersiniz.
Kullandığınız yöntem, aynı zamanda sorunu hangi ruh haliyle ele aldığınızın da ifadesidir. Mesela devletin uzun yıllar terör, PKK ve Kürt parantezinde ortaya çıkan gelişmeleri, ‘güvenlik’ ya da daha vurucu ifadeyle söylersek ‘beka endişesi’yle ele alması, aynı zamanda bir ruh halinin de yansımasıydı.
Bu elbette hafife alınacak bir durum değil. Aksine, Anadolu’nun beylikler döneminde yaşadığı parçalanmadan Fetret Devri’ne, yakın tarihe gelirsek Balkan Savaşları’ndan Birinci Dünya Savaşı’na kadar devlet aklına sinmiş bir endişeden söz ediyoruz.
Neresinden bakarsanız bakın Kürtler, farklı tecrübelere sahip gibi görünseler de, toplamda tüm bölgeyi etkileyen ve daha da etkileyecek olan bir dinamizm elde ettiler. Sadece Türkiye Kürtlerini değil, Irak ve Suriye başta olmak üzere geniş bir alanda var olan siyasi hareketleri kastediyorum. Türkiye’nin beka endişesi ve güvenlik algısıyla hareket ettiği dönemde attığı her adım, bu hareketleri zayıflatmak bir yana, daha da güçlendirdi.
Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra doğal sınırlarından koparak siyasi sınırlarına kendisini hapseden bir yapının, neredeyse bir asır sonra tarihsel ilgilerini ve stratejik derinliğini yeniden üretmesi sanıldığı kadar kolay değil. Bu zaaf sadece Kürtlerle ilgili değil, geniş bir coğrafyada atacağınız adımlarla ilgili ciddi açmazlar üretiyor.
Şimdi bunları aşmak üzere ciddi hamlelerin peş peşe geldiği bir dönemdeyiz. Sanıldığından çok daha zor, ama bir o kadar da geri dönülmez bir yoldayız. Buradan daha güçlü bir Türkiye çıkacağından da en küçük bir kuşku duymuyorum.
***
Arap Baharı, uyandırdığı ilk şaşkınlığın ve estirdiği rüzgarın ardından her ülkede farklı bir rotada ilerliyor gibi görünse de; esasen bu durum, geniş bir coğrafyada geçen yüzyılın hakim düzeninin yıkıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye gibi kendi değişim dinamiklerini yönetebilme yeteneği olan ülkeler bile henüz olup biteni derinlemesine kavramakta zorlanıyor.
Bu zorluğun temelinde, özellikle terör ve Kürt sorunu parantezinde ortaya çıkan ve bölgesel ve uluslararası düzeyde karşılığı olan karmaşık denklem yer alıyor. Abartılı bulanlar, Türkiye’nin sorunu çözmek için attığı adımların Paris’te nasıl sabote edilmek istendiğini gözden kaçırmamalı.
Türkiye terörü kontrol edilebilir hala getirmenin yanı sıra, Irak ve Suriye Kürtlerini içine alan sahici bir çözümün adresi olduğunun her geçen gün daha fazla farkına varıyor. Henüz bu dönüşümü gerçekleştirecek araç ve aktörler açısından hazırlıklı görünmese de böyle bir yolun kaçınılmaz olduğunun farkında en azından.
***
Paris saldırısında ortaya çıkan tablo, özellikle örgütün siyasi uzantısı olan BDP’nin, sürece katkı sağlama yönünde kafasının hayli karışık olduğunu ortaya koydu.
Bu tedirginlik, ‘Türkiye, bölgesel anlamda Kürt siyasetini Mesud Barzani üzerinden yöneterek, bizi yok etmeye çalışıyor’ parantezinden tutun, geleneksel anlamda devlete duyulan güvensizliğe kadar hayli geniş bir alandan besleniyor.
Bunlar büyük resimde anlamsız ve gereksiz korkular. Hep altını çizdiğim bir noktaya tekrar dikkat çekmek istiyorum. Bu coğrafyada Kürtlerin kaderi Türkiye ile bir ve bütün olmaktan geçiyor. Bunu hissedip kabullendikten sonra gerisi teferruat.