Büyüme rakamları beklentilerin (3,3) altında geldi (2,9). Detaya baktığımda ekonominin iki yıllık şişkinliğinin eritilmesini görüyorum. Çünkü,
tüketimin yerine üretim ağırlık kazanıyor.
Bir de bankaların büyüme farkı kapanıyor. Ekonominin banka bağımlılığının azalması, en azından yüksek oranın azalması da önemli.
Hatırlarım da 2008-2009'da krizle birlikte kredi musluklarını kapatan
bankalara karşı sanayiciler isyan etmişti. Hatta bazı ekonomi bakanları bile bu durumu sindiremeyip çok şey söylemişlerdi.
Lakin;
yalancı bahar geldiğinde her şey unutuldu.
Bu kadar sözün ardından 2010-2011 rekor büyümeleri (veya şişkinliği) bankaların eseri olarak çıkıverdi.
Herkes bankaların kapısındaydı: Üreticiler, tüketiciler, aracılar bankalara koştu.
Akıncı birliği gibi o yıllarda bankaların tutumunu eleştirenler olarak bir de baktık ki arkamızda kimse kalmamıştı.
Türkiye ekonomisinin bankalara veya bir diğer ifade ile faiz piyasasına bağlılığı her geçen yıl milli gelirin çok üzerinde bir oranda artıyor.
10 yıl önce kredi hacmi milli gelirin yüzde 10 seviyelerinde iken, şimdilerde faize bağlılık yüzde 50 sınırına dayandı bile.
Sanırım
10 yılda faizin sadece oranı düştü;
faiz piyasası inanılmaz şişti.
Oysa ekonominin geleceği açısından 2008-2009 yıllarında yaşananlar önemli dersler vermeliydi. Tek finansman bağlılığı nedeniyle musluklar kapandığında ekonominin can damarı imalat sanayimiz adeta çökmüştü. Bazı aylar daralma yüzde 25'lere varmıştı.
Bu çok ama çok önemli bir dersti.
Finansman çeşitliliğini derhal artırmak gerekiyordu.
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu o günlerde her toplantısında iş adamlarına
ortaklığı önerip dururdu. Gerçekten de o günlerde iş dünyasından krize karşı tek somut öneri getiren TOBB Başkanı idi.
Maalesef diğer iş dünyası örgütleri ya mevcut durumu tespit ediyor veya duruma eleştiri getiriyordu.
Kapalı kapılar ardında art niyetli eleştirirlerde yapılmıyor değildi. Hem toplu işçi çıkarıp, hem de kredileri geri çağıranlar suçu başkalarına yıkmaya çalışıyordu.
Tek somut öneri getiren TOBB Başkanı Hisarçıklıoğlu ile ortaklık piyasasının geliştirilmesi gerektiğini konuşunca işe TEPAV ve Güven Sak Hoca katıldı; ve işi çözdü
Hızla şirketlere "halka açılın" çağrısı yapıldı. Mantık çok basitti: Bankaya verilecek faizin en azından yarısı yeni ortaklara temettü olarak verilse yeterliydi.
Maalesef olmadı.
Ortaklık piyasası, (borsa) yine çalışmadı.
Ve
faiz esareti artarak sürdü.
Bir ara
yeni TTK ile "işte bu" diye yeniden çok umutlanmıştık. Ama o umudu da sermaye lobicileri bitirdi. Özellikle
adil bir ortaklık için şirket cari hesabının kaldırılması ile büyük ortağın şirketten temettü yerine cari hesaptan cebini doldurmasının yolu kapanacaktı.
Olmadı...
Borsa veya ortaklık kültürü yıllardır ülkemizde işletilemiyor. Bunun çok derin sebepleri var. Artık saymak, liste yapmak mümkün değil. İşin içinden çıkılmıyor.
Çıkılmıyor ki artık ortaklar birbirini vurarak çare arıyor.
Öyle bir durum ki, vuran bile ardından intihar edebiliyor.
Peygamber efendimizin iş yapmak için kurulan ortaklıklar hakkında övücü hadislerine; faizi haram kılıp ortaklığı besleyen İslam inancına rağmen neden
faize esir bir ekonomik model kuruyoruz?
Anlamak gerçekten çok zor.
Bu konuda
MUSİAD'ın yapabileceği çok şey var aslında. Birikimleri ve kültürleri ortaklık piyasası için çok uygun.
Mevcut yapıyı tümden çıkarıp yeni bir ortaklık piyasası modeli geliştirebilirler. Aslında MUSİAD'ın küresel buhran konusunun temeline yönelik de çok önemli birikimi olduğunu düşünüyorum ya.
O birikimlerini bir harekete geçirseler çok şey değişecek bu ülkede.
Not oyunu:
Son dönemde Türkiye için not artırımı söylentileri ile ciddi finansal hareketler yaşanıyor. Bir kez daha tekrar etmek istiyorum: Türkiye'nin kredi notu "yatırım yapılabilir" seviyesinin altında olduğu sürece her not artışı veya düşüşü bir finansal operasyonun parçası-aracı olmaktan öteye geçemez.