Geçenlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasında sözünü ettiği ünlü “Churchill Hıçkırığı”nın sahibi İngiliz devlet adamının bizim tarihimizde kolay unutulmayacak bir hatırası vardır. Birinci Dünya Savaşı neticesinde Osmanlı’nın dağılması üzerine bugünkü Ortadoğu haritasının çizilmesinde emeği olan masa başı siyaset kadrosu içinde yer alması bakımından bu normal bir durum elbette. Gerçi Churchill’in siyasi kariyeri üzerinde de bizim bir parça payımız var. Kendisi söylüyor bunu. Enver Paşa’nın oğlu Ali Enver’e “Senin baban benim siyasi kariyerimi 20 yıl geriye attı...” diyor, Çanakkale’de uğradıkları hezimeti ve bunun üzerine Donanma Bakanlığı görevinden ayrılmak zorunda kalıp bilahare siyasi tırmanışına tekrar sıfırdan başlamak zorunda kalışını kastederek...
Ortadoğu Churchill’in bütün kariyeri boyunca en önemli meşgalesi olmaya devam etti. Bu bölgeyi “Hindistan’dan bile önemli” gördükleri için eski nesilden siyasetçilerin tepkisini çeken Churchill ve arkadaşlarının Ortadoğu’ya yönelik ilgileri esas itibarıyla petrolün stratejik değerini anlamış olmalarından kaynaklanıyor.
Daha önce de benzer bir vesileyle aktarmıştım: Büyük Britanya İmparatorluğu’nun Donanma Bakanı daha 1913’te, yani büyük savaş başlamadan önce “Uzun vadeli politikamızın amacı Donanmamızın kendi petrol ihtiyacını bağımsız olarak sağlayacak kaynaklara kendisinin sahip olmasıdır” diyordu. (Charles Zorgbibe, “Körfezin Tarihi ve Jeopolitiği”, 1992, sh. 38)
İmparatorluk Savaş Kabinesi sekreteri Sir Maurice Hankey ise savaşın sonlarında Belfour’a gönderdiği bir mektupta “Petrol bir dahaki savaşta, bu savaşta Kömür’ün oynadığı role sahip olacaktır” öngörüsünde bulunuyordu. (Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve Sınırlar”, 1995, sh 158)
Londra’nın Suriye bölgesini Fransa’ya verip Irak ve Arabistan’ı kendine ayırmasının bölgedeki petrol kaynaklarıyla ilgisi olduğu muhakkak. Ancak hem İngilizler hem de Fransızlar bu bölgeyi yönetmenin o kadar da kolay olmadığını çok geçmeden gördüler. Hatta Churchill’in, şakayla karışık,“Ortadoğu’yu olduğu gibi Türklere geri versek daha iyi olacak” dediği rivayet edilir.
Bölgeye ilişkin kapsamlı eserinde Churchill’e atfedilen bu sözü aktaran Bernard Lewis ise “Herhalde bu hediye T.C. tarafından asla kabul edilmezdi” diyor. (Bernard Lewis, “Ortadoğu”, 2005, sh. 412)
Lewis, bilindiği gibi Ortadoğu meselesine daha ziyade İsrail devletinin güvenliği ve gelecek planları perspektifinden bakan bir bölge uzmanı tarihçidir. ABD’deki neo-con cemaatinin de fikir babalarından ve akıl hocalarındandır. Aynı zamanda çok zeki ve mizah duygusu gelişmiş bir insandır. Yani neyin ciddi, neyin şaka olduğunu anlamayacak bir adam değildir!
Öte yandan Lewis’in söz konusu kitabının yayınlanmasından yıllar sonra Churchill’e atfedilen sözü bu sefer de Amerika’daki Yahudi topluluğunun önderlerinden eski Dışişleri Bakanı Kissinger’ın telaffuz ettiğini görüyoruz: “Henry Kissinger, The Week Dergisi’nce düzenlenen bir öğle yemeğinde (...) Ahmet Ertegün, yaklaşarak onu kucakladığında, ‘Ahmet, Ortadoğu’da barış yapmanın en iyi yolunu gizli tuttum: Bunun yolu tümünü Türkler’e geri vermek ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden yaratmaktır’ esprisini yaptı.” (Hürriyet, 18 Nisan 2005)
Kissinger’ın da tıpkı yakın dostu Lewis gibi “bu hediyenin T.C. tarafından asla kabul edilmeyeceğini” bildiğine kuşku yok.
Dikkat ederseniz, gerek Churchill gerek Lewis ve gerekse Kissinger Ortadoğu bölgesini “Türklere vermek”ten değil, “Türklere geri vermek”ten söz ediyorlar. Yani Türkiye’nin bu bölge üzerindeki potansiyel nüfuzunun tarihteki kökeninden ve sosyolojik dayanağından haberdarlar.
Yalnız şuna da dikkat etmek lazım: Ortadoğu hiç değilse bugün batılı devletlerin işgali altında değil görünüşte. Dolayısıyla bağımsız devletler tarafından yönetilmekte olan ülkeleri bir başka devlete vermekten bahsetmek normal değil. Tapusunu üzerlerine geçirdikleri bir mülkten söz eder gibi konuşuyorlar Ortadoğu hakkında. Demek ki kimseye bir şey vermek istedikleri yok. Dolayısıyla söz konusu şakayı da ciddiye almamalıyız. Ama her şakada bir ciddiyet payı olduğunu da bilmeliyiz.