Türkiye Ortadoğu’yu uzunca bir süre ihmal etti. Bunun en önemli sebebi bölgeyi ‘sorun ve geri kalmışlık kaynağı’ olarak görmesiydi. Cumhuriyet’in ilk kadroları Osmanlı’nın acı içinde parçalanmasının neden olduğu travmaların etkisi altında geçmişiyle, kültürüyle ve coğrafyasıyla barışmakta zorlandı. Türkiye toprağını beğenmeyen bir ağaç gibi davrandı. Ne yazık ki Cumhuriyet’in kuruluş dönemi yapay gayretlerin de etkisiyle 21. yüzyıla kadar sarktı. Bu ise sadece içeride değil, dış ilişkilerde normalleşmeyi de geciktirdi. Başka bir deyişle Türkiye onlarca yıl boyunca sırtını döndüğü Ortadoğu ile ilişkilerinde yaşanan boşluğu ve derinleşen önyargıları yok sayamaz. Türkiye’nin yokluğunda bölge Osmanlı özelliklerinin önemli bir kısmını kaybetti.
Aynı şekilde Türk tarafında da ilgi eksikliğinden kaynaklanan ciddi sorunlar var. Türkiye hâlâ yüzü ve aklı sadece Batı’ya dönük bir ülke. Bölge ile artan ticaret, turizm ve kültürel ilişkiler şaşırtıcı bir hızla artmaktaysa da, bölge ile ilişkilerimiz bazı Batılı ülkeler ile kıyaslandığında dahi yetersiz bir düzeydedir. Bölgeye dönük kalıcı ve güçlü bir Türk ilgisi hâlâ oluşturulabilmiş değildir. İlgi eksikliği bilgi eksikliğine ve yetenek körelmelerine yol açmaktadır. Tüm bunların sonucu olarak denebilir ki Türkiye bölgeyi anlamakta zorlanmakta, zaman zaman kendi doğrularını naif bir şekilde bölgede seslendirebilmektedir.
Karşılıklı zaman kaybı ve birbirini anlamada yaşanan zorluklara Türkiye’nin sınırlı ekonomik, siyasi ve askeri gücünü de eklemek gerekir. Kendimizi yanıltmayalım, son dönemde yaşanan güçlenmeye rağmen Türkiye hâlâ orta büyüklükte bir devlettir ve tek başına bölgede, özellikle Suriye sorunu gibi büyük devlet gücü gerektiren sorunları çözebilecek gücü henüz bulunmamaktadır. Entelektüel ve siyasi gücü de henüz Ortadoğu’ya hâkim olabilecek bir düzeye ulaşmamıştır.
Güçlü yönler
Türkiye’nin güçlü yönlerinin başında imrenilecek bir siyasi ve ekonomik düzene sahip olması geliyor. Denebilir ki bölgede diğer halkların imreneceği tek ülke Türkiye’dir. Ne İran, ne Suudi Arabistan ne de İsrail bölge halklarının gönlünden geçen düzeni sunamamaktadır. Diğer pek çok ülke ise başarısız devlet örnekleridir. Türkiye, ideal olandan uzak olmakla birlikte, gelişen bir demokrasi ve halka ait bir liberal ekonomi ile diğer ülkelere ilham kaynağı olmakta, onların da olmak istediği modeli üretmektedir. Bu modelin temelinde ise siyaset ve devlet değil, ülkenin sivil unsurlarının yarattığı başarılar vardır. Arap ülkelerinde her akşam izlenen Türk dizileri, turizm, Türk okulları ve ticaret devlet merkezli yapay gayretlerin değil, Türk insanının gönüllü olarak ortaya koyduğu sivil başarılardır. Türk başarısının sırrı işte bu gönüllülükte yatmaktadır. Devlet devreye girdiği zaman bu üretken güç yavaşlayabilmektedir. Bu anlamda Ankara’ya düşen sivil toplumun Ortadoğu ilgisini teşvik etmek ve onların çabalarının daha çok arkasında durabilmektir. Devletin bir diğer görevi de Türk sivil unsurlarını bölgede siyasete ezdirmemektir.
Türkiye’nin Ortadoğu’daki bir diğer avantajı ise, aynı zamanda dezavantajı da olan ortak geçmiştir. Osmanlı yılları bölgede ortak bir kültürel miras bırakmıştır. Bunun yeniden ortaya çıkarılmasında en önemli rol ise Türkiye’ye düşmektedir. İronik olan ise bu miras ortaya çıkarılırken Türkiye Osmanlı’dan çok bahsetmemeli, agresif davranmamalı ve karşı tarafta sömürü korkuları yaratmamalıdır. Türkiye unutmamalıdır ki ne Balkanlar ne de Ortadoğu Osmanlı yıllarına bizim baktığımız noktadan bakmıyor.
Elbette bölgedeki artı ve eksilerimiz bir gazete denemesinde hepsi verilemeyecek kadar uzun bir listedir. Ancak hepsinin özü şu: eğer bölgedeki gücümüzü iyi hesaplayamaz ve sadece gönlümüzden geçeni gerçek sanarak siyaset oluşturur isek büyük hayal kırıklıklarına uğrarız. Bölgenin Türkiye’ye ihtiyacı büyük ve Türkiye bölgenin en önemli doğal lider adayı. Ama tüm bunlar için hala zamana, sabıra ve daha çok emek harcamaya ihtiyacımız var.