Irak’ta seçimler yapıldı, yakında Mısır ve Suriye’de de yapılacak. Bir yerde seçim yapılıyorsa, orada demokrasiye yaklaşıldığı tezinin çökmesi için yeterli üç örnek.
Irak’ta patlamaların gölgesinde geçti seçimler. Binlerce güvenlik görevlisi ortamı denetlemeye çalıştı. Özel araçlar trafiğe çıkmadı, hemen herkesin üzerleri arandı, Bağdat’a giden ana yollar ve havaalanları kapatıldı. Alınan önlemler savaş hali önlemleri gibi, ancak sadece seçimler yapılıyordu.
Bu durum bile Maliki yönetiminin ülkede iktidar sağlayamadığını göstermeye yetiyor. Kürtler üzerinde zaten bir egemenliği olduğu söylenemez. Sünniler oy bile kullanmak istemediler, Şiilerin yoğun yaşadığı yerlerde ise bir devlet varlığından söz etmek kolay değil. Maliki Şiileri bile bunaltmış durumda üstelik onlar üzerinde de fazla bir iktidarı yok gibi. Kısacası Maliki son derece denetleyici hatta baskıcı bir rejim kurmaya çalıştıkça ülkeyi daha da denetlenemez hale getirdi. İŞİD ve el-Kaide gibi örgütlerin güçlenmesinin önünü açtı, Kürtlerin kendilerini kurtarma, Irak keşmekeşinden ayrılma tasarımlarını güçlendirdi, Şiilerin de İran’a daha fazla yaklaşmasına yol açtı. Hani neredeyse yeniden dış müdahale yapılsın denecek.
Dimyat’a pirince giderken
Mısır’da ise iktidar seçimlerden galip çıkmak için muhaliflerini idama ya da ömür boyu hapse mahkum etme yolunu seçmiş durumda. 500’erli gruplar halinde Müslüman Kardeşler mahkum edilince, sayısını bilmediğimiz kalabalıklar polis-asker baskısı altına alınınca ortalık temizlenecek, hiç muhalif kalmayacak sanılıyor her halde. Aralarından bazılarını asınca da, gerisinin hizaya gireceği umuluyor olmalı. Asker-polis-yargı kıskacına alınmamış kesimlerin gideceği sandıktan çıkacak sonuç ise, zafer olarak ilan edilecek; seçilmiş cumhurbaşkanı gerim gerim gezecek.
Sorun şu ki, muhalif olarak görülen kesimler ortadan kalkmayacaklar; uygulanan her baskı onların büyümesine, güçlenmesine, radikalleşmesine ve daha da uluslararasılaşmasına yol açacak. Böylece ülkede ‘düzen’ sağlayacağını ileri süren kadrolar, çok daha büyük bir düzensizliğe yol açmış olacaklar. Hal böyle olunca da, yeniden bir uluslararası müdahale gündeme gelebilecek; tıpkı darbe sürecinde olduğu gibi.
Eldeki bulgurdan olmak
Suriye’de de benzer bir durum var, devlet başkanlığı seçiminde aday olanlar açıklanıyor, tabi aralarında Esad da var. Kim bilir seçimler sırasında o ne tür önlemler alacak. Belki o da muhaliflere sokağa çıkma yasağı uygular; insanlar polis eşliğinde sandığa gider veya belirli bölgelerdeki oyları saydırmaz. Ya da üyelik için başvurduğu Şanghay Örgütü’ne seçimlerden önce kabul edilir ve oradan askeri yardım alır; bu da Esad rejimine çok yakışır.
Bununla birlikte, Suriye’de de muhalif kesimler buharlaşmayacak. Kim devlet başkanı olursa olsun, yönetim modeli değişmezse, ülke bütününde iktidarı sağlayamayacak. Hal böyle olunca ülkenin uluslararası müdahaleye daha açık hale geleceğine de kuşku olmayacak.
Adı geçen rejimler şiddete dayalı gücü merkezde tutmaya çalıştıkça, merkez kaç eğilimlerin daha da artacağı öngörülebilir. Yakın bir zamanda, adı geçen yerlerdeki rejim karşıtları, ülkedeki iktidarı ele geçirme ya da değiştirme mücadelesinden vaz geçip kendi rejim ve iktidarlarını kurma yoluna sapabilirler. Böylece bütünü zapturapta alabileceğini umanlar, ellerinde kalanla yetinmek zorunda kalabilirler. Zira Ortadoğu’da büyük bir değişim yaşanıyor ve bunun siyasi coğrafyalara nüksetmemesi neredeyse imkansız gibi.