Herkes 3. Dünya savaşından bahsediyor. Bu tanımlama, Ortadoğu gerçeğinin üstünü örtüyor. Aslında büyük savaş, her an Ortadoğu'da ortaya çıkabilir. Zaten Osmanlı düzeninin yıkılması ile beraber belli aralıklarla hep savaş hali yaşıyoruz. İsrail-Arap Savaşları, İran-Irak Savaşı, darbeler bunu gösteriyor. Arap Baharı, bu düzeni değiştirmeye dönük bir atılımdı. Ama başarılı olamadı. Tam tersine savaş bölgesinde yeni savaş biçimleri ortaya çıktı. IŞİD, El-Kaide, Haşdi Şab'i, PYD gibi yeni silahlı gruplar, teröristler ve milis yapıları doğdu.
İsrail'in Gazze soykırımı, Ortadoğu'nun bu iç savaş realitesinden kuvvet alıyor. Bütün ülkeler birbirine diş biliyor. Ya küskün, ya kızgın ya da düşman. Ortadoğu bir kolektif düzene ulaşamıyor. Hizbullah, Müslüman Kardeşler, Husiler, El-Kaide, El-Nusra gibi onlarca siyasi ve toplumsal hareket, bu çözüm peşinde koşuyor. Fakat fırkacılık, milis grupları ve çeşitli devletlerin çıkarları ile birleşiyorlar. Vehhabilik, Şiilik ve Sünnilik etrafında mezhep dinamikleri hareket geçiyor. Arapçılık ve Farsçılık yükseliyor.
Kavmiyetçilik, mezhepçilik, aşiretçilik etrafında Ortadoğu sosyolojisi paramparça. Çoğulculuktan öte segmentleşmeye işaret ediyor. Bütün bu parçalanma ve hareketliliğin getirdiği merkezi otorite yokluğu, İsrail'in istediği gibi hareket etmesine neden oluyor. Siyasi merkezin kudretli yoksunluğu her zaman dış taarruzlara açık kapı bırakıyor. ABD ve İsrail bunu 1950'lerden beri sürdürüyorlar. Suriye savaşı ile beraber şimdi Rusya da bölgeye yerleşiyor.
Ortadoğu'daki bu bölünmüşlük ve merkezi otoritenin yokluğunu en büyük fırsat bilen öteden beri İsrail oğulları. Önce çete grupları ile köyleri ve kasabaları zorla ve katliamlarla ele geçirdiler. Sonra devlet haline geldiler. Müslüman nüfusu ya katlettiler, ya köleleştirdiler ya da sürgüne zorladılar. Şimdi son hamleyi yapıyorlar.
İran, Türk ve Arap devletlerinin farklı beklenti ve farklı mezhep müktesebatlarını kaşıyorlar. Türkiye'ye sürekli seküler olduklarını hatırlatıyorlar. Araplara Hamas ve diğer İslami cihat hareketlerini terörist ve siyasi İslamcı diye gösteriyorlar. İran ise bütün Fars ve Şii olmayanların korkulu rüyası...
Müslümanların siyasi merkez yoksunluğu, İsrail'in Siyonizm'i pervasızca uygulamasına yol açıyor. Elbette başta ABD olmak üzere Batılı devletlerden de destek alıyor. Fakat en önemlisi Müslüman Ortadoğu'nun kendi içindeki parçalı, kızgın, irrasyonel, mezhepçi ve kavmiyetçi iç çatışma ve rekabetleri oluyor.
Oysa Ortadoğu'da Müslümanlar son yüzyıla kadar her zaman bir merkezi otorite ile var oldular. İmparatorluklarla temsil edildi bu. Osmanlı bunun son biçimiydi. Kavimleri de mezhepleri de dinleri de bütün renkleri ile bir arada tutuyordu. Moğollar ve Haçlılarla gelen kimi yıkıntılar sonrasında yeniden kendisini toparlamayı başardı.
Şimdi İsrail hem Moğolların hem de Haçlıların son türü. Gazze'yi kendisine bir sahne olarak kullanıyor. Katlediyor, yakıyor, yıkıyor. Hepsini de milletin gözüne sokuyor. Müslümanlara ders veriyor! Onlara korku salıyor. Batı emperyalistleri Müslüman topraklardaki zenginlikleri güvenlikle taşıyorlar. Devletler çoğunlukla bunların işbirlikçisi. Aydınlar ve aileler, aşiretler ve mezhepçi gruplar şahsi keyiflerini sürdürüyor.
Fakat unuttukları bir şey var!
İsrail durdurulmadıkça Ortadoğu'ya barış gelmeyecek. Herkes bir biçimde bu yangından pay alacak. Teröristlerle ya da milis güçlerle karşılaşacaklar. Biri bitecek, başka biri çıkacak onun yerine. Daha fazla baskı yaparak ve daha fazla hapishane inşa ederek güvenlikleri oluşamayacak.
Barışa ve güvenliğe varmanın tek yolu, yeniden bir Ortadoğu merkezi otoritenin oluşmasından geçmekte. Siyasi vahdete gitmek... Bunun için kimsenin kavmini ve mezhebini terk etmesi gerekmiyor. İsrail'in soykırımını durdurmak amacı ile ortak siyaseti başlatabiliriz. Yoksa herkes birlikte İsrail karşısında zelil duruma düşecek.