Ortadoğu’da demokrasi arayışlarından giderek uzaklaşılıyor. Halkların temsiline yönelik girişimler, daha adil yönetimlere dair beklentiler birer birer çöküyor. Muhtemelen bu gelişmelere en fazla sevinenlerin başında da monarşiler, emirlikler geliyor.
İlk müdahale Libya’ya yapılmıştı. Bugün NATO müdahalesi sonrasında fiilen ikiye bölünen Libya’da yine askeri bir hareketlilik yaşanıyor. Ortadoğu geleneklerine uygun olarak, ama bu kez general düzeyinde, Libya’da bir temizlik harekâtı başlamış vaziyette. Mücadelesinin hedefinde İslami radikal örgütler var. Libya’da da başka yerlerdeki gibi radikal örgütlerin bulunduğuna kuşku yok. Ancak muhtemelen kendilerini kurtaranın bir general olmasını istemeyenler de bulunuyor. Bununla birlikte, madem ki ülkeye bir NATO müdahalesi yapıldı ve madem ki Kaddafi bertaraf edildi, o zaman bu müdahalenin siyasi beklentisine uygun bir yapı kurulması gerekir; müdahale herhalde İslamcılar işbaşı yapsın diye gerçekleşmedi.
Benzer durum Mısır’da da var. İktidarın emanet edilmesinden vazgeçilen Mursi yanlıları topluca hapsedildi; Sisi, Suudi Kralı Abdullah’ı alnından öperken insanlar idam edilmeyi bekliyor.
Radikal grupların işlevi
Radikal gruplar, yani İslami referansı son derece güçlü ve bir cihat yürüttüklerini savunan gruplar esasen Libya, Mısır, Irak ya da Suriye’de beklentilerine uygun birer devlet kurabilirler mi bilinmez. Ancak kabul etmek gerekir ki, kendileriyle mücadele eden kesimlerin ortaya çıkmasında, onların güçlenmesinde, uluslararası alanda meşru temsilci hale gelmelerinde çok büyük bir işleve sahipler.
Bir ülkedeki muhalefet ne kadar İslami radikal örgüt olarak adlandırılırsa, gruplar o kadar radikal örgüt oluyorlar. Bunun için üzerilerine gidilmesi, tutuklamalar yapılması, idamlar gerçekleştirilmesi, katliamlar yapılması yeterli. Bu gruplar saflarını sıkılaştırdıkça, karşı mücadele başlattıkça ve de dış yardım da buldukça, ilerleme sağlamaları için biraz zaman tanınıyor. Bazı yerlerde şehir şehir ilerliyorlar, bazı yerlerde toplumsal kesimler arasında yaygınlaşıyorlar. Ardından, söz konusu grupların katliamlarını, heykelleri falan nasıl yıktıklarını, katı şeriat düzeni uyguladıklarını, kadınları burkalara soktuklarını izliyoruz. Dolayısıyla bu kesimlerden giderek daha fazla korkuyoruz.
Korku, özgürlüklerden vazgeçmenin en önemli itici gücü. Hal böyle olunca radikal gruplarla kim mücadele ediyorsa, onun desteklenmesi makul bir ihtiyaç olarak algılanıyor.
Yeniden otoriter rejimler
Ortadoğu’nun tüm çatışmalı alanlarında, “devlet ordusu” olarak tanımlanan kesimlerin güçlenmesi, onların liderlerinin uluslararası muhatap olarak alınması söz konusu. Önümüzdeki yıllarda, ülkelerin bütününde ya da parçalanmalar olsa bile önemli kısımlarında otoriter, askeri referansları yüksek liderler göreceğimiz anlaşılıyor. Mısır, Libya ve hatta Suriye’de kadrolar kısmen belli gibi. Irak’ta ise ABD’nin gönderdiği “300 Spartalı” bu işlevi görürse ne ala, göremezse başka bir otoriter temin edilebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin bundan sonraki “resmi” muhataplarının profilleri arzu edildiği gibi olmayacağı anlaşılıyor. Ekonomik, ticari ilişkiler, enerji ihtiyaçları ve yatırımlar düşünüldüğünde, Türkiye’nin bir biçimde bu kadrolarla diyalog kapısını aralaması gerekiyor. Zor olan, bunun halklara verilen desteği çekmeden yapmak. Neyse ki Türkiye’de her kesimle ilişki sürdürecek toplumsal çevreler ve onlarla koordinasyon sağlayan karar alıcılar mevcut.
Birleşik Krallık bunu nasıl başarıyorsa, Türkiye de yapabilir.