Başkan Barack Obama’nın Salı günü BM Kurulu’nda yaptığı konuşma, Müslüman dünyasındaki şiddetli Amerikan karşıtı protestoların yakınlarda artmasından dolayı az da olsa huzursuz olan yerel seçmenler için tasarlanmıştı. Obama’nın kararlı tavrı ve yeni liderleri Arap dünyasındaki radikal eğilimi kontrol altına almaları hususunda uyarmaktaki istekliliği, hala tetikte olduğunu gösterdi ve ülkesinde kısmen güven yarattı. Ve konuşması sırasında ABD’nin yardım eli olarak betimlediği, öldürülen ABD Libya Büyükelçisi Chris Stevens hakkında sarf ettiği sözlerle, konuşmasını yerel popüler Amerikan erdemi fikri çerçevesine aldı. Amerikalı ve yabancı izleyiciler, konuşmanın büyük bölümünü oluşturan hoşgörü, karşılıklı saygı ve kültürler ile milletler arasında köprüler kurulması çağrılarını alkışlayacaklardı ve mutabık olmadıkları bir nokta olmayacaktı.
***
Fakat Obama’nın konuşmasına verilen karşılık sessizlikti, çünkü konuşmasının odak noktasını oluşturan Ortadoğu’nun karşı karşıya olduğu temel zorluklara pek de değinmiyordu.
Belki de Obama, bölgede özgürlük ve haysiyetten bahsedenlerin ne kadar güvenilir olduklarının ilk olarak Filistinliler’in sıkıntılarına verecekleri karşılıklardan belli olacağını açıkça belirten Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Çarşamba günü yaptığı konuşmayı öngördü ve Başkan George W. Bush gibi, sadece eski ve basmakalıp fikirler sundu. İsrailliler ve Filistinliler’i iki devletli bir çözüm müzakere etmeye çağırdı ve bunu yaptıkları takdirde onları destekleyeceği sözünü verdi. Fakat uluslararası toplumun büyük bölümü, barış sürecinin sekteye uğraması konusunda İsrail hükümetini suçluyor ve Obama’nın “barışın taraflar arasında adil bir anlaşma ile sağlanması gerektiği” konusundaki ısrarı, devlet olma taleplerinin BM tarafından tanınmasını isteyen Filistinliler’e karşı bir uyarı olarak algılanacaktır. Yani Arap demokrasisi konusundaki yorumları yerel düzeyde işe yarasa da, İsrail’i inanılır bir barışa yönlendirme konusunda verdiği sözleri tutamadığı için Ortadoğu’da itibar görmeyecektir.
Aynı şekilde Obama, Suriye konusunda da “kendi insanlarını katleden diktatörün” devrilmesi için çağrı yaptı, fakat bunun gerçekleşmesi için yeni fikirler sunmadı ve tehlikelerden bahsetti. “Halkın hak talep etmesi ile başlayan sürecin, mezhepsel şiddet döngüsüne girmemesini temin etmek için elimizi çekmemeliyiz” diyerek uyardı ve kapsayıcı bir demokratik vizyona sahip Suriyeliler’i destekleyeceği sözünü verdi. Fakat araçlar ne? “Zulmedenlere uygulanacak yaptırımlar ve eylemlerinin sonuçları ile yüzleşmeleri ile kamu yararı için çalışanlara yardım ve destek.”
Başka bir deyişle, her zamanki işler: Doğrudan müdahale etmekten kaçınıp, yıpratma savaşına dönüşmüş bir çatışmayı sürdüren muhalefete sınırlı destek. Komşu ülkeler Suriye’deki iç savaşın etkilerini mülteci krizleri ve mezhep gerilimleri biçiminde zaten hissediyorlar ve Washington’un rejimi yavaş yavaş yıkan, fakat Esad’ı önümüzdeki yıldan önce düşürmeyecek, uzun soluklu bir çatışmayı kabulleniyor olmasından endişe duyuyorlar. Bu bölgede kaos tehlikesini artıran bir senaryo. Bu durumda, ne Türkiye’nin ve Katar’ın güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge taleplerine, ne de Mısır’ın; Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ı bir araya getirerek siyasi bir çözüm üretme çalışmalarına destek verilebilir. Obama Suriye konusunda ayrıntı vermekten kaçınıyor ve en azından seçim sonrasına kadar sıkıntı verecek tercihler yapmak istemiyor.
***
İran konusunda daha sert bir tavır göstermesi konusunda, İsrail ve destekçilerinin baskı yaptıkları Obama, siyasi bir çözüm çağrısı yapmak zorunda kaldı fakat zamanın “sınırsız olmadığı” konusunda da uyardı. Netanyahu’nun ABD askeri müdahalesi için “kırmızı çizgi” belirleme talebini reddettiyse de “Amerika Birleşik Devletleri, İran’ın nükleer silah edinmesini engellemek için üstüne düşeni yapacaktır” diye ekledi.
İran’ın NSYÖA şartlarına tabi tutulması konusunda geniş desteğe rağmen, nükleer silah elde etmesini engellemek için askeri müdahale yapılması tehdidi uluslararası toplumda destek görmüyor. Mursi, bölgedeki tüm ülkelerin NSYÖA şartlarına uymaları gerektiği ve İsrail’in de nükleersiz bir Ortadoğu prensibini kabullenmesi gerekeceği hususunda ısrar ederek, Araplar’ın vardığı mutabakatı dile getirdi. Şu anda Batı’nın sadece İran’ın silah üretme kapasitesine odaklanarak İsrail’in nükleer programını gözardı eden tutumu, bölgede İsrail’in nükleer tekelini desteklemekle eşdeğer.
Eğer Washington İran’a nükleer programı sebebiyle saldırırsa bunu, Başkan Bush’un Irak’ı işgal ederken sahip olduğundan bile daha küçük bir ittifakla yapacak. Savaş uluslararası toplumda büyük bir diplomatik başarısızlık olarak görülecek ve muhtemelen suç sadece İran’a yüklenmeyecektir.
Bu yüzden Başkan Obama, ABD’nin diplomatik bir çözüme bağlı kalması konusunda ısrarcı. İran’ın uluslararası ticareti üzerinde uygulanan fiili ablukaya katılan Obama’nın uluslararası ortakları, ikinci döneminde siyasi cephede ondan daha çok şey bekleyebilir.
- Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.