Dünya, Cumartesi sabahı Hamas'ın Aksa Tufanı operasyonuyla İsrail'e gerçekleştirdiği saldırı haberleriyle sarsıldı. Uzun bir süre boyunca küresel siyaset, Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilimle meşgulken, Filistin'deki çatışmalar nispeten gölgede kalmıştı. Ancak Hamas, sürpriz bir şekilde koordineli bir saldırı başlattı. İsrail Başbakanı Netanyahu, ülkesinin "savaşta" olduğunu ilan ederek, geniş kapsamlı hava saldırıları başlattı. İsrail, Aksa Tufanı operasyonu sonrası 50 yılın ardından ilk defa savaş ilan etti. Artan yaralı ve ölü sayısı, insanlık için endişe verici bir durum oluşturuyor.
Filistin'in yaşadığı acı ve zorluklar, yıllardır süren çatışmaların gölgesinde kalmış bir halkın hikâyesi. Toprakları işgal altında, evleri yıkılmış, aileleri parçalanmış ve yine de direnmeye, yaşamaya çalışan insanlar. Bu, sadece bir politik veya stratejik mesele değil, aynı zamanda derinlemesine bir insani kriz.
Gazze Şeridi'nde ve Batı Şeria'da yaşayan Filistinliler, temel insan haklarından mahrum bırakılmış durumda. Eğitim, sağlık, iş ve seyahat gibi en temel ihtiyaçlar bile büyük zorluklarla karşılanabiliyor. Her gün, çocuklar okula gitmek, anneler çarşıya çıkmak, babalar işe gitmek için askeri kontrol noktalarından geçmek zorunda. Ve her bir kontrol noktası, onların yaşamını daha da zorlaştırıyor. İsrail, orantısız güç kullanımı ve kolektif cezalandırma uygulamalarını dünyanın gözleri önünde sürdürebiliyor. Bu trajik çatışma, en çok sivil halkı etkiliyor ve bu sivil halkın büyük bir bölümü Filistinlilerden oluşuyor.
Bugünkü krizi anlamak için 1947 BM kararını incelemek gerekiyor. 1 Eylül 1947'de BM, Filistin'in Araplar ve Yahudiler arasında bölüşülmesine karar verdi. Ancak, BM kararından sadece altı ay sonra Kudüs ikiye bölündü ve büyük bir kısmı Ürdün'le paylaşıldı. Buna rağmen Siyonist askeri güçler 1948'de 750 bin Filistinliyi sınır dışı etti ve Filistin topraklarının % 78'ini işgal etti. Tarih 1967 e geldiğinde ise İsrail, Batı Şeria, Gazze Şeridi, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadasını kontrol altına aldı.
1980'de İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesi ve 2017'de Trump tarafından da bu kararın onaylanması ile fiilen iki devletli çözüme bağlılığını bitirmiş oldu. Arap Birliği ise, 2002'de 1976 sınırlarında iki devletli çözüme gidilmesi halinde tüm Arapların İsrail'i tanımasını öngören Barış inisiyatifini onaylamıştı. Bu çabalara rağmen, Ankara'nın ve BM'nin talep ettiği iki devletli çözümü içeren 1967 sınırlarına dönme çabası giderek daha zorlaştı.
Bölgeyi ilgilendiren bir diğer önemli gelişme ise, Abraham Anlaşması çerçevesinde Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki yakınlaşmaydı. Öyle ki, Netanyahu ise Suudi Arabistan ile tarihi anlaşmanın eşiğinde olduklarını belirtmişti. Her ne kadar bu anlaşma Filistin'in iki devletli çözümü konusunda açıklık getirmemiş olsa da İran'ın bölgede yalnızlaşması ve bu çemberin dışında kalıyor olma ihtimali İran'ın arzulamadığı bir husus olarak öne çıkıyor. Benzer şekilde Lübnan tarafından Hizbullah'ın İsrail'e sızma girişimlerinde bulunması olayın vahametini gösteriyor.
Filistin-İsrail çatışması, yalnızca bölgesel değil, aynı zamanda küresel bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle ABD'nin uzun yıllardır İsrail'e, koşulsuz ve şartsız destek vermesi ve son olarak bölgeye uçak gemisi göndermesi önemli göstergelerden biridir. Çatışmanın insani boyutu ise, Filistinlilerin yaşadığı acı ve zorlukları gözler önüne sürüyor. Temel insan haklarının ihlali, günlük yaşamın karmaşıklığı ve sivil halkın maruz kaldığı riskler, bu durumu derinlemesine bir insani kriz haline getiriyor.