Herkes gittiği yerde yaşadıklarını anlatıyor, yenilenler, içilenler onlarda kalmayıp anlatıveriyorlar, gezdikleri yerlerde de genelde izlenim aktarıyorlar ama deneyim hak getire. Deneyim dönencesinde yaşadığımız gerçeğine sırt dönmemek lazım, bel ağrısı yapar zira. Ben Orta Afrika’da iklim ve hava koşullarının deneyimledim bizzat ama, asıl dünya devi markaların Orta Afrika pazarını deneyimledim ve bu pazar bu markayı mezara kadar götürürmüş onu gördüm. Bu resimde ‘unique marketing’in alâsını, en yatayını görüyorsunuz. Birebir pazarlama. Bu dev marka bu küçük ve unique adımlarla yüzyıllık marka oluyor ve bir ürün çıkarırken dünyada ne kadar ülke (boy, boyut, güç, üçüncü dünya, yeni dünya, eski dünya...) ve ne kadar çeşitte insan varsa ona göre düşünüyor ve zihin okuyor adeta. Biz buna yekten emperyalizm ve sömürü diyoruz ama, fethetmek ne demek sanırım bilmiyoruz. İletişim denen nimetin kızgın kumlardan serin sulara dalmak olduğunun bilincindeler, ikisini ve arasındakileri çok iyi bilmek lazım... Devletler bölünür, devrimler olur, ülkeler parçalanır, bu markalara bir şey olmaz. Daha ötesi var mı?
Afrika pazarının temel gerçekleri
Orta Afrika’nın hızla gelişen ülkelerinden Gana/Akra şehrinde uluslararası bir şirketin 8 Ülkeden Sorumlu Bölge Müdürü Kerem Ayırtman’la görüştüğümde pazarın çok hızlı büyüdüğünü fakat sadece bölgeye özel iş modelleri geliştirebilen şirketlerin başarılı olabileceğini söylüyor. Pazarın temel gerçeklerine göre stratejilerin oluşturulması ve buna göre ürün çeşitliliğini geliştirmek başarıya taşıyor. Unilever’in 2 kg’lık deterjanlar yerine pazarda sundukları 25 gr’lık ürünü, Vodafone’un tek kullanıma özgü kontör kartları buna en güzel örnek. Yani pazarlama stratejisi tamamen ‘Gelir Kültürü’ne göre dizayn ediliyor.
twitter@ismailbayazit
Ucubik oğlan Justin’in aziz hatırasına
Justin diye bir çocuk. Yer yerinden oynadı, uğruna reklamlar yapıldı. Sonuçta bir sözlük gamification’u olduğu ortaya çıksa da ‘ter kokan desperatetürk kızları’ tadında laflarla huzurlardan ayrıldı. Genç yetişkin denen grubun farkında birileri, bu ucubik oğlanı, yavuklusu Selena’yı, uğruna cami dikilesi Hannah Montana’yı, kara büyü uzmanı Harry Potter’ı ve emsallerini bir proje olarak kendi ve diğer dünya ülkelerine pazarlıyorlar. Bu bir pazarlama vakıası. Bunun yerine bir şey koyamıyorsak hayıflanmanın da bir anlamı yok. Düşünün milli içki meselesini, sıkı bir içicisiyim ama bir şeylerin milli olma noktasında maruzatım var. Çay deniyor, ‘Sir Lipton’ varsa karşımızda biz çayı nasıl milli addedebiliriz. Örneğin, milli hayvanımız ‘ördek’ olsun, akla ilk ‘Donald Duck’ geliyorsa nasıl milli hale getireceğiz. Hele bir de amca olunca... Böyle bir pazarlama kafamız yok ki... Sözün sonu, pazarlaması olmayanın iletişimi nasıl olur?
Anneme...
Anne seni ben seçmedim biliyorum. Sen de beni seçmedin. Seçemezdik de...
Bu denli büyük bir belirsizlikten bu denli büyük bir aşk doğmuş olması bir mucize. Ben mucizenin sen, sebebinin de benimle kurduğun acayip iletişimin olduğunun farkındayım. İyi ki varsın, iyi ki senin oğlunum! Tüm annelerin gününü kutlarım...