Türkiye, bir yandan terör bir yandan Kürt meselesinin çözümünde çok değerli bir ivme yakaladı. Fiziki olarak henüz büyük mesafe alınmamış olması ivmenin gücünü ve etkisini azaltmaz.
Çözüm hattında temponun yüksek olmaması böylesi süreçlerde doğaldır. Sonuçta en çok gereken şey, çözüm umudu ve beklentisinin varlığıdır ve bu da vardır.
Cuma akşamı 24’te Başbakan’la yaptığımız söyleşiden birkaç cümlenin altını çizelim:
“Şu anda bir çözüm sürecinin içindeyiz. Her türlü enstrümanı da kullanmaya hazırız. Bu süreçte en ufak bir kesinti düşünmüyoruz...”
Başbakan ne yaptığını, süreç ilerlerse nereye gideceğini bilerek ilerliyor. Devamında dile getirdiği “Ben ve partim risk alıyor” cümlesi bunun eseridir. Riskin farkında ama yine de ilerliyor, kesinti düşünmüyor. Adım adım kendisini bağlamakta sakınca görmüyor.
Ahmet Türk, İmralı dönüşü muhtemelen kendi tabanının hoşuna gideceğini düşündüğü ama çözüme hiç de katkı sağlamayan cümleler sarfetmişti. Türk’ün sözlerine karşılık söylediği şu cümlenin altını da kalınca çiziyorum:
“Ben ormanı kurtarmaya çalışıyorum siz ise bir ağacı...”
Devlet, İmralı ile bir al-ver pazarlığı yürütmüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürtlerin kimliklerinden kaynaklanan sorunların geri kalanının halledilmesi veyahut da yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarının sınırlarının çözülmesi bir pazarlık konusu olamaz. Her biri, ortada bir Kürt meselesi olmasa bile Türkiye’nin zaten üstesinden gelmesi gereken konulardır.
Öcalan’ın verdiği son mesajlar da bunu teyid etmektedir. Her şey Türkiye’nin doğal demokratikleşme perspektifi içinde gidecektir ve gittiği yer de özerklik çatısı olmayacaktır. Çözüm eşiği, herkesin kendisini kimliği ve kültürüyle eşit ve iyi hissedeceği bir ülkedir ki zaten iktidarın baştan beri vaadi de bundan başka bir şey değildir.
Peki elimizde ne var? Toplum olup-biteni nasıl okuyor?
Açıktır ki insanlar masanın dağılmaması için özen ve çaba gösteriyor. Ne Paris’teki infazlar ne de CHP milletvekilinin 1930’lardan kalma ayrımcı ve inkarcı sözleri bu hassasiyeti etkilemeye yetmiyor. Toplum, şiddete karşı da inkarcılığa karşı da yüksek düzeyde bir bağışıklık kazanmış bulunuyor.
Dahası... Şu ana kadar hem Kandil’den hem de Avrupa’daki PKK’dan gelen mesajlar da olumludur. Kamuoyunda oluşan atmosfer herkesi beklentilerin ötesinde dikkatli olmaya zorluyor ve disiplin altına alıyor.
Örgütün Avrupa’daki önemli isimlerinden Zübeyir Aydar, “Öcalan söylemeden ve kendisi istemeden biz silahlı güçleri sınır dışına çıkaramayız. Bu konuda Öcalan’ın rol oynaması için önü açılmalıdır” diyor.
Devam eden görüşmelerin temel felsefesi de budur zaten. Öcalan’ın rolünün genişlemesi ve PKK’nın önce sınır dışına çıkması ve ardından silah bırakması.
Bu yaklaşım çözüm sürecinin tabiatına paraleldir. Neticede, Aydar’a bu talimatı verecek olan Öcalan’dan başkası olmayacaktır.
İmralı’ya bundan sonra nasıl bir heyet gidecek, ne zaman gidecek? Bunlar, büyük parçayla kıyaslandığında birer detaydan başka bir şey değildir. Mesele, bu hassas süreci psikolojik hatta sürdürebilmektir. Artık iyiden iyiye görülüyor ki çözüm arayışı demek çok büyük ölçüde psikolojiyi yönetmektir. Karşılıklı saygı, hatalara karşı tolerans, en çok da efelenmemek ve üstünlük taslamamak...
Demir tavında dövülemezse, masa devrilirse ortaya çıkacak tablo sadece şiddet için bilenen Kandil’in işine yarar...
Unutmayalım, masayı sadece şiddet eylemlerinden kaynaklanan sabotajlar değil, ölçüyü kaçıran ifadelerin doğuracağı tahribat da devirir.
Kürt siyaseti de CHP de tabanına siyaset yapmak için daha çok fırsat ve zaman bulacaktır. Ama bugün doğru zaman değil...
Bugün, ormanı kurtarmak için doğan fırsatı soğukkanlı ve akıllıca kullanmak zamanıdır.