Bugün bayram; dost ziyaretlerinde sizlere sohbet konusu lâzım.
Nobel ödüllü romancımız Orhan Pamuk’un Alman ‘Die Zeit’ gazetesine verdiği röportaj üzerinde konuşulmayı hak ediyor. Lâf lâfı açarken Pamuk’un şu özet cümlelerini de hatırlayın derim:
“Burjuvazi beni sinirlendiriyor. Kibirleri, dar görüşlü bencillikleri ve kendi ülkesi insanlarından nefret etmeleri beni tiksindiriyor. Türk üst sınıf, askeri darbelerden ve de Kürtlere karşı yapılan kötü muameleden rahatsız olmuyor. Çoğunluğu oluşturan başörtülü kadınlara yukarıdan bakıyor. Bu da bana eskiden Güney Afrika’da beyazların siyahlara olan davranışını hatırlatıyor.”
İlginç bir tespit bu; ilginç olduğundan gazeteler “Ne dersiniz?” sorusunu önemli saydıkları kişilere yöneltmişler. Onlardan gelen tepkiler göz açıcı. Aralarında Pamuk’un‘tiksindiğini’beyan ettiği tiplerin de bulunduğu soru yöneltilenlerden biri bile,“Yok böyle bir şey”dememiş...
Diyemez; çünkü bize özgü bir kesin gerçeklikten söz ediyor Nobel ödüllü romancımız...
Orhan Pamuk’u da bu açık sözlülüğü yüzünden sevmedi, sevemedi aynı kesim...
‘Kesim’dediğime bakmayın, öyle kalabalık bir grup değil bu... Ülkenin fiziki, beşeri ve siyasi kaynaklarından yararlanarak dünyalıklarını doğrultmuş, her türlü maddi imkâna sahip birilerinden söz ediyoruz. Taş çatlasa birkaç bin kişiden...
Tabii bir de onlara özenen, hiçbir ortak özellikleri bulunmadığı halde onlar gibi yaşayan, sınıf atlama çabasında olan biraz daha kalabalıkça birilerini de bunlara ekleyebiliriz. Hani içinden çıktıkları halktan‘bidon kafalı’veya‘göbeğini kaşıyan adam’gibi sıfatlarla söz edenler ve onlara bu fırsatı sağlayan patron ve yöneticileri...
Biraz kurcaladığınızda bunların bayağı mütevazı köklerden geldiğini fark edersiniz.
İçinden çıktıkları yumurtayı beğenmeyen tavuk sersemliğindedirler...
Etraflarına baktıklarında soylarının tükenmeye yüz tuttuğunu gören birinci halkadakiler, aslında hor gördükleri sınıf atlama çabasındakileri doğal müttefikleri saymışlardır. Kendi aralarında dalga geçseler de yüzlerine karşı överler onları... Özenti tipler arasından paralı hale gelenleri, asker-sivil bürokraside ve siyasette yükselenleri özel kulüplerine aldıkları da olur; son kullanım tarihleri bitene kadar... Sonrasında yüzlerine bakmazlar...
Hangisi daha acınası haldedir, hangisi izleyende tiksinme duygusunu daha fazla uyandırır?
Osmanlı döneminde kimseye çok zengin olma fırsatı verilmediği,‘devşirme’sistemi ve onun işlemediği dönemlerde de devam eden‘Enderun’geleneği yüzünden asillik belli ailelerde süremediği için bir‘burjuva’sınıfımız hiç olmadı bizim... Var gibi görünenlerin yüzeydeki beyaz derisini kazıyın, siyahı yüzünüze vuracaktır.
Kendileri de aslında siyah oldukları halde başkalarından‘siyah’diye neden nefret ederler? İki nesil öncesi ailesinde din âlimleri, müftüler bulunan günümüzün sözüm ona‘burjuvaları’ülkelerinin dindarlarını neden hakir görürler? Dindar birinin alın teriyle kazandığı para veya itibar, başörtülü bir kadının beyni neden onlarda al görmüş boğa etkisi uyandırır?
İşte bu bayramda üzerinde imal-i fikr etmenizi beklediğim bir dizi soru sizlere...
Bayramınızı en iyi dileklerimle kutlarım.