Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı demokrasi paketinin genel olarak olumlu bulunduğu, ciddi bir karşıtlık ve olumsuzluk ortaya çıkmadığını görüyoruz. Yüksek siyasetle gündem belirleme konusunda bariz üstünlüğe sahip olan AK Parti, bence çok başarılı bir süreç yönetimi gerçekleştirdi, ciddi bir gerilim ve sıkıntıya yol açmadan önemli bir demokratik hamle yaptı. Pakette toplumu irrite eden, geren, rahatsızlık uyandıran hiçbir konu yok. Hem önemli ve özgül ağırlığı fazla konular var, hem de toplumsal kabul oranı çok yüksek... Süleyman Seyfi Öğün’ün dün yazdığı gibi, “Elbette daha ileri gidilebilir, çok daha büyük adımlar atılabilirdi. Eğer bu ihtimâl hayata geçirilseydi, beraberinde çok büyük sıkıntılar da doğurması da kaçınılmaz olurdu. Bir taraf derin bir tatmin elde ederken, diğer taraf ya da taraflar derin bir düşkırıklığına uğrardı”.
Ali Bayramoğlu Yenişafak’taki yazısında bu demokratikleşme paketiyle ‘toplumsal kimlik ve toplumsal çoğulculuk’ konusunda önemli bir düzenleme yapıldığını söylüyor; atılan adımların, “Resmi ideolojinin düne kadar ‘yok olma’yla eşdeğer gördüğü, ‘kimlikler’in varlığına işaret, bu varlığı telaffuz, buna ilişkin hak alanı genişletmesi, hak gasplarına son verecek ilk ışıklar” olduğunu vurguluyor.
Bireysel özgürlükler yanında toplumsal alanın tektipçi anlayıştan arındırılması demokratikleşmenin önemli bir ayağını oluşturuyor. Bu pakette belli toplum çevrelerinin muhatap alınarak, farklı kesimlerin meselelerine el atılması ‘tanıma ve kabul’ açısından da anlam taşıyor.
Bu arada Öğün’ün dikkat çektiği ‘topluluk vesayetçiliği’ konusunu da elbette önem taşıyor. Kollektif ve örgütlü kimliklerin bireysel olanı bastırmaması ve ezmemesi de yeni sorunlarla uğraşmamak açısından gerekli...
Aslına bakılırsa Gezi olaylarının başlangıcında ‘bireysel olan’ın öne çıktığı bir tepkisellik görmüştük. ‘Bireysel olan’ın siyasete bu düzeyde bir mesaj verebilmesi yeni bir durumdu. Ancak olayların bir süre sonra çığırından çıkması sadece vandalizm ve şiddet açısından değil, ‘bireysel olan’ın ‘örgütsel olan’ tarafından ezilmesiyle de bir sorun olarak görülebilir. Malum grupların ve örgütlü yapıların sahneye çıkması meseleyi klasik siyasi kutuplaşma zeminine çekmiştir.
Örgütlülük, hem demokrasinin gelişiminde kolaylaştırıcı bir etki yapabiliyor, hem de bireysel olanı örselediği oranda özgürlüğü zayıflatan bir olumsuzluğa sebep olabiliyor.
Örneğin Kandil’in pakete yönelik tavrı örgütün dayandığı kitlenin haklarını nasıl umursamaz davrandığını göstermesi açısından ibret vericidir. Demokratik reformları ‘çözümsüzlük adımı’ gibi takdim eden Kandil, çok net bir şekilde Kürtlerin hak elde etmesini değil kendisinin örgütsel hedeflerine yaklaşmasını dert ediyor. Nitekim paketi yok sayan anlayışın öne sürdüğü iki konu var: KCK’lı mahkumlar ve Öcalan’ın durumu... Kürtlerle ilgili konuların artık PKK için çözümle ilişkili bir anlamı kalmamış görünüyor, varsa yoksa mesele örgütün ne olacağı...
PKK muhiplerinin Kandil’in tatminini öne çıkarması, Kürt kitlenin ne dediğini umursamaması bu yüzden şaşırtıcı değil. “Kürt bireyi tatmin yerine örgütü tatmin edin” çağrısı yapanlar meseleyi hak zemininden örgütsel hedefler zeminine yani ideoloji alanına çekiyorlar ve kitleye haksızlık yapıyorlar.
PKK ve BDP’nin derin hoşnutsuzluğuna rağmen hala MHP sözcülerinin PKK’ya taviz yorumları yapması da ayrı bir ironi...
Demokratikleşme paketinin, Gezi olaylarına ve İmralı görüşmelerine endekslenerek yorumlanması da çok doğru değil...
Bugün Türkiye’de sadece Kürtlerin ve Alevilerin değil muhafazakar kesimin de hala bir kısım talep ve beklentileri bulunuyor. Ancak demokratikleşme tedrici bir şekilde, bir zihniyet değişimiyle birlikte gerçekleşiyor.