Genelkurmay eski Başkanı Sayın İsmail Hakkı Karadayı’nın nöbetçi hakimlikte verdiği ifadeler, şayet görmek isteyen gözleriniz, işitmek isteyen kulaklarınız varsa, gerçekten çok ilginç.
Tutuksuz yargılanmak için denetimli serbest bırakılan Sayın Karadayı’nın nöbetçi hakimlikte yaptığı savunmamadan bazı satır başları:
“-Bana gösterilen belgelerin hiçbirisinde imzam ya da parafım yoktur, ben bu belgeleri ilk kez bugün savcılıktaki sorguda gördüm.
-Batı Çalışma Grubu ile ilgili belgeler benden habersiz olarak hazırlanmış. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde inceleme yapılırsa Silahlı Kuvvetler içerisinde amirin istemediği teşkilatlanmalar olmuştur.
-Genelkurmay 2. Başkanı’nın Genelkurmay Başkanı’ndan habersiz, yazılı, imzalı, paraflı onayı olmaksızın kuvvet komutanlarına emir vermesi mümkün değildir; hiçbir kuvvet komutanı da beni arayarak bu şekilde bir belge ya da emir aldıklarını bildirmedi.
-Yapılan eylemler benden gizli yapılmıştır”.
Sayın Karadayı “eylemler benden gizli yapılmış” derken gerçeği ne kadar dile getiriyor, bilinmez, umarım yargı sürecinde herşey ortaya çıkar, hukuka aykırı her eylem de hukuki karşılığını bulur.
Ancak, meselenin hem kadim, hem güncel siyasi boyutu son hukuk tartışmalarını da aşmaktadır.
Öncelikle bir ilkeyi, zorunlu bir ilkeyi, zorunlu bir kodu hatırlatmakta fayda vardır.
Devletin yasal zor kullanma tekeli vardır ve bu tekeli anayasal, yasal çerçeveler dahilinde, devlet adına, güvenlik güçleri kullanırlar, ordu da bu organlardan biridir; ordu bu yasal tekeli, zorunlu olarak,, demokratik otoritenin gösterdiği istikamette, emir-komuta zinciri dahilinde ve hukuka uygun bir biçimde kullanır.
Yasal zor kullanma tekelini haiz bir silahlı güç, mesela ordu, emir-komuta zincirinin, siyasi otoritenin onayının ve hukukun dışına çıkarsa artık o gücü kullanan kuruma ordu demek mümkün değildir; türkçemizde aklıma gelen ilk kelime de çetedir.
Sayın Karadayı’nın verdiği ifadeler, Genelkurmay 2. Başkanı’nın, kendisinden habersiz kuvvet komutanlarına talimat vermiş olması, Karadayı’nın yapılan eylemler benden gizli yapılmıştır demesi anılan dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin NORMAL bir orduolmaktan çıktığının, bir çeteye dönüştüğünün kanıtıdır.
27 Mayıs darbesi bir çetenin işidir, bir çetenin yaptığı anayasayı senelerce desteklemiş kesimler de o çetenin sübjektif suç ortaklarıdır; bir çetenin özgürlükçü bir anayasa yapmış olduğunu iddia etmek de, kimse kusura bakmasın, salaklıktır.
12 Mart döneminde yaşananlar da, 9 Mart girişimleri de yine çete işleridir, başka türlü izah edilemez; 12 Eylül ve 28 Şubat süreçleri de yine ancak çete kavramı ile açıklanabilecek gelişmelerdir.
Çeteleşme süreci olgunlaşarak 2003 ve sonrasına da damgasını vurmuştur; Sayın Karadayı’nın, Özden Örnek’in günlüğüne gönderme yaparak, “Özden Örnek’in kitabı” ifadesini kullanmış olması da çok önemlidir.
Çok yakın bir tarihte bir Genelkurmay eski Başkanı’nın meslektaşlarına yaptığı bir konuşmada (internet düştüğünde öğrendik) “Sayıştay yasası değişti, artık daha dikkatli davranın” demesi normal bir orduda görülebilecek şey midir?
Gelelim asıl konumuza.
Kimse, böyle bir çeteleşme ideolojisinin yani köklü bir “hukukun üzerinde olma ideolojisinin” AK Parti yüzde elli oy aldı, Başbakan ile Genelkurmay Başkanı’nın arası çok iyi, beraber eşleriyle yemek yiyorlar diye kaybolduğunu zannetmesin.
Benim kanaatim, darbe gölgesinin, üstelik muhtemel daha da kanlı sonuçlarıyla, Türkiye’nin üzerinde gezinmeye tüm korkunçluğuyla devam ettiğidir; küresel trendlerle darbenin uyumsuzluğu darbenin yapılmayacağı anlamına gelmez, olsa olsa kısa sürer, yapanlar ağır cezalandırılır ama bu arada da çok kelle uçmuş olur.
AK Parti’nin bu ihtimali yeterince nasıl değerlendiremediğini, askeri okullara, anayasa ve yasalardaki anormal sivil-asker ilişkilerine (!) neden neşter atılamadığını anlamakta gerçekten zorlanıyorum.
twitter.com/KarakasEser