Geçenlerde yazmıştım. Gezi kalkışması sırasında, kendisine siyasi fayda üretmek için, milletin gözüne baka baka yalan söyleyen tiplerden bahsetmiştim.
Birisi, “En az üç kişi öldü” diye İngilizce twitt atan gazeteci kadındı, yalancıların.
Bir diğeri, ‘müftü karısı’ydı. Utanmadan, ‘ben müftü karısıyım’ diye söze başlayıp, bir yandan hayalinde ürettiği şalvarlı kocaya, öte yandan Başbakan’a dua eden kadına verip veriştiriyordu.
Üç yerde ‘beş vakit namaz kılıyorum’ diyordu kadın. Yani yalanın içindeki yalanın içinde bir yalan daha. Hem de üç kere...
Bir de ‘taze yalan’. Başı sarılmış erkek bebeği, “Bebeklerin başını türbanla sarıyorlar” diye manşete çıkartmakla başlayan, “çocuklara tecavüz bu sebeple artıyor”la devam eden, zincirleme bir yalan. Ve tabii ki adi bir yalan.
‘Sançez’in çocukları’ gibi bir sürü yalan, yılan gibi dolaştı ortalıkta, hala dolaşıyor.
Bu yalanlardan daha vahim bir yalan var. Bir gerçeği yok etmeyi hedefleyen, daha adi bir yalan.
Gerçek şu:
Bir kadın.
Bebeğiyle Adalar’dan gelmiş. Kabataş’ta vapurdan inmiş.
Cep telefonunun şarjı bitmiş. Ama eşiyle sözleşmişler. Vapurun geldiği vakitte, yani akşam 20:00 civarı, Kabataş’ta, iskelenin karşısındaki duraktan alacak onu.
Kadın başörtülü. Bu, belirleyici.
Orada, durağın yakınlarında, bir çoğunun elinde bira kutuları, kimi sarhoş, kimi ayık, kadınlı erkekli bir grup var.
Gezi gösterilerinin çok yoğun olduğu günler. O grup da, gösterilerin bir parçası.
Gruptan bazı kadınlar, “İşte Tayyip’in .....’si” deyip küfür ediyorlar ve erkekleri yönlendiriyorlar.
Sözümona erkekler de, sadece kendilerinden güçsüz olanlara saldırabilen, namussuz, şerefsiz tipler de, saldırıyorlar.
Böyleleri için iyi fırsat, yalnız bir kadın...
Başındaki örtüyü çekip alıyorlar.
Vuruyorlar. Kadın yere düşüyor. Tekmeliyorlar.
Daha başka adilikler de yapıyorlar.
O kadın, bir anne.
Kendileri gibi ağzı bozuk değil. Onlara küfretmeyen bir anne.
Nezih ve savunmasız.
Elinde bir şey yok. Bebeği var sadece.
Onlara molotof atamaz. Ne kaldırımları söküp fırlatabilir, ne sapanla taş, ne de üzerine çiviler saplanmış lastik toplar... Slogan bile atamaz.
Bebeğini korumak ister. Ama imkansız, gücü yetmiyor, gruptan bazı hayvanlar bebeğe saldırıyor.
‘Masumiyet’ rahatsız ediyor. Masumiyet’in varlığı, kirli bir ruh için eziyettir çünkü.
Küfürler ediyorlar. Edilen küfürlerin hepsini, bu adi, alçakça saldırıyı umursamayanlara armağan ediyorum.
Benim için orada bitti ‘gezi olayı.’
Bütün endişelerim bitti. Çünkü dünyada daha kötü, daha alçakça bir şey olamazdı.
“Bu oluyorsa, artık her şey olabilir”di.
Çünkü, “Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibi”ydi.
Ya da mealin tamamını aktarayım:
“Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur” (Maide Sûresi: 32)
Var mıydı felsefesi gezinin? Belki vardı. Belki yoktu da, üretilecekti. O alçakça saldırıdan sonra, felsefe, sosyoloji, edebiyat, hepsi bitti.
Bana göre, ‘Gezi gerçeği’ buydu. Bundan ibaretti. ‘orantısız zeka’ da buydu. ‘Gezi felsefesi’ de...
Ben, bu hadisenin vaki olduğundan adım gibi eminim.
Polis bulamamış. Görevini yapsın, bulsun.
Mobeseler, kimi kırıkmış, kimi bozukmuş. Mobeseler saldırmadı o kadına, bir grup alçak saldırdı.
Bazı yazar çizerler artistlik yapmış. Bazıları felsefe yapmış. Yapsın.
“Ben müftü karısıyım” da diyebilir onlar, “24 saat daha sabredersek AB kararıyla hükümet düşecek” de diyebilir, “At least three people killed” de diyebilir.
Onlar, yalan söyleyebilir.
‘Ben müftü karısıyım’ cümlesiyle ‘o saldırı olmadı’ cümlesinin ortak paydası, ikisinin de yalan olması.
O saldırı oldu ve ben, masum bir kadına yapılan o saldırıdan dolayı hala utanıyorum.