Türkiye’nin sanıldığından çok daha büyük bir operasyonla karşı karşıya kaldığını, bunun da kritik dönemlerde yeniden ortaya çıkabileceği endişesini ciddiye alanlardanım. Bunu komplo düşkünlüğü olarak algılayanlara ya da olup biteni hafife alanlara söyleyeceğim tek söz şu: Bu bir operasyondur ve Tayyip Erdoğan’ın şahsında Türkiye’yi ve geleceğimizi hedef alıyor, almaya da devam edecek.
Daha önce bu operasyonun ekonomik boyutlarının önemli olduğunu, ancak bunu daha çok bir araç olarak görmek gerektiğini ifade etmiştim. Kastımı biraz daha açayım. Türkiye’nin halihazırdaki ekonomik istikrarı; siyasetini ve bölgesel hamlelerini ayakta tutan en önemli unsurlardan birisi. O nedenle bu istikrarın sahici olmadığını, hatta yeri geldiğinde kolayca kırılgan hale gelebildiğini göstermek için çırpınan çevreler, ekonomik dengeler üzerinden Türkiye’nin bölgesel etkinliğini ve muhtemel hamlelerini kuşatmaya çabalıyor.
Biraz geriye dönüp bakalım. Kuvvetle muhtemel Türkiye, uluslararası sistemin can alıcı bir yerine, sinir uçlarına dokundu. Bu durum, Suriye ve Irak başta olmak üzere Ankara’nın belli çevreleri hayli rahatsız eden politikalarının yanı sıra, yakın gelecekte bu ‘bağımsızlık’ alanını genişletme potansiyeline sahip olması üzerinden okunmalı.
***
Hatırlayanlar olacaktır. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ı hedef alan tüm operasyonların ortak bir noktası vardı. Erdoğan’ın ‘öngürülemez’ bir lider olarak görülmesi ve bu özelliğin sıkça bir tehdit olarak tanımlanması. Nitekim Davos’ta yaşanan ‘one minute’ krizi örneğinde olduğu gibi bu durum, bölgedeki tüm dengeleri bir anda değiştirebilecek bir özellik olarak görülüyor.
Daha sonra operasyonun temel vurgusu başka bir yönde ilerlemeye başladı. Bu kez Erdoğan’ın ‘diktatör’lüğüne kadar giden bir dizi kampanya, üstelik çok ilginç/farklı çevreler eliyle dile getirilmeye başlandı. AK Parti’yi gövde olarak hedef almamaya özen gösteren, daha çok Erdoğan’ın şahsı üzerinden devam eden bu hamlenin, Gezi Park eylemleriyle sokağa taşındığı, daha doğrusu sokak provasının yapıldığı da rahatlıkla söylenebilir.
Kuşkusuz Türkiye’nin son derece hassas ve kolayca harekete geçirilebilen fay hatları var. Kürt sorunu ve onun üzerinden ortaya çıkan terör, bu başlıkta ele alınabilir. Bu alanda atılan adımların, özellikle müzakere süreciyle birlikte sonuç alıcı bir yöne doğru ilerlemesi, birtakım çevreleri çok daha hassas bir fay hattına yöneltti. Mezhep ayrılığı üzerinden tanımlanan bu durumun/sorunun, kolayca bir çatışmaya dönüşeceğini hesaplayanlar, Gezi Parkı parantezinde belli ki ciddi bir prova yaptılar.
***
Tam da bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın Alevi açılımını tekrar gündeme taşıması önemli, manidar ve bir o kadar da gerekli. Bu sürecin kolay olmadığını, Alevi Çalıştayları döneminde hep birlikte görmüştük. Ama iki şey daha görmüştük. Birincisi istediğimiz zaman bir masanın etrafında konuşmak mümkün. İkincisi sizin ilgilenmediğiniz her sorun, başkalarını tarafından size karşı en sert biçimde kullanılmaya açıktır. Nitekim son dört haftanın bilançosunda özellikle bir kıta Avrupası ülkesinin ısrarla ve inatla öne çıkması, bu soruna yaptığı yatırımla ilgili.
Konuşmalı Türkiye. Kürt sorununda alınan mesafenin yegane nedeni cesurca konuşabilmemizdi, ki bunu daha da ileriye taşımak zorundayız. Aynı cesareti mezhep merkezli sorun ya da algılar üzerinden denemek, bir daha denemek, hatta sonuna kadar konuşabilmek gerekiyor.
Çözüm burada ve operasyonu engelleyebilmenin tek yolu da bu.