Yabancı gazeteci meslektaşım, oldukça iyi Türkçe konuşuyor.
Eğitimini İstanbul’da tamamlamış. Yıllardır da burada görev yapıyor.
Memlekette yaşanan son gelişmelere ilişkin sohbet ediyoruz.
“Arap Baharı” olarak adlandırılan süreci yakından izlemiş olan gazeteciye göre, son gelişmelerin çok kuvvetli bir uluslararası ayağı var.
“Türkiye’nin artan gücünden rahatsızlık artıyordu” diyor.
Arap ülkelerindeki başkaldırıların bir diğerini etkileme hızını hatırlatan Arap gazeteci, Ankara’nın dış politikası kadar, artan bölgesel etkinliğinin de huzursuzluk yarattığı yorumunu yapıyor. Birbiri ardına halk hareketlerinin yaşandığı Arap ülkelerini didik didik incelemiş bir gözün, Türkiye’deki gelişmelere dair yorumu bu. Tunus’u da, Mısır’ı da en karmaşık günlerinde yerinde izlemiş bir gazeteci olarak, Arap meslektaşımın söylediklerini dikkatle dinledim.
Hükümete en sert eleştirileri getiren çevrelerin dahi, aklıselimle bir beş dakika düşündükleri anda, 17 Aralık’tan bu yana yaşanan gelişmelerin sıkı bir uluslararası ayağının olduğunu fark ettiklerini ve bu operasyonun bizzat hükümeti hedeflediğini kabul ettiklerini görüyoruz.
Dahası uluslararası ilişkilerden biraz anlayan her göz, hedefine uluslararası projeleri alan bir operasyonu sadece yerel dinamiklerle açıklamaya kalkışmaz.
“Uluslar arası” kelimesi geçtikçe, “dış mihrak” diyerek müstehzi gülümsemesini esirgemeyen aydınlarımız da en az bizim kadar iyi biliyor ki, memlekette faaliyet yürüten 50’ye yakın bankadan sadece İran ile ticarette istisnai bir rolü olan Halkbank hedefe alınıyorsa...
Birbiri ardına eklenmek istenen operasyon halkalarının ucu, yıldız projelere değiyorsa... Basına sızdırılmış listelere, aksi ispatlandığı halde El Kaide ile ilintiliymiş hissi veren isimler eklenmişse... ABD yönetiminin sürdürdüğü İran ile yakınlaşmayı, Ortadoğu politikasını bile içine sindiremeyen ABD’li hardlinerlar, neo-conların hedefinde kimler varsa, bu operasyon da o odakları hedefleyerek ilerliyor.
Paralel devlet demişken...
Bunun salt Robin Hood’vari bir adalet arayışı olduğuna inan saflar da vardır kuşkusuz...
Ve bu “adalet çırpınışına” demokratikleşme adına biat etmeleri gerektiği hissi içinde de olabilirler. Onlara da şunu sormak istiyorum.
Memleketin 30 yıldır cebelleştiği Kürt Sorunu’nu hiç konuşmuyoruz son günlerde. Operasyonda sorumlu görülen çevrenin Kürt Sorunu’nun çözümüne ilişkin süreçteki diğer operasyonunu, 7 Şubat halkasını düşünün bir an... Oslo görüşmeleri gerekçe gösterilerek MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmaya çalışıldığı günleri yani... Hani faili belirsiz kalan olaylar birbirini izledi ya, Kürt sorununda çözüme yaklaştıkça...
Hani Uludere, hani Silvan saldırısı...
Hani Paris suikasti...
Hani çözüme yaklaştıkça, hükümetin elini kolunu bağlayan çalımlar atılıyordu ya birbiri ardına...
Çağrışım işte...