1986 yılının kasım ayında Altınoluk dergisinde çıkan bir yazımı paylaşacağım bugün sizlerle. Başlık da yazı da o zamandan kalma.
Bugün Veladet Kandili’nin 1436’ıncı yılı. Sevgili Peygamberimizin dünyayı teşriflerinin 1436’ıncı yılını idrak ediyoruz. O’nu dünyamıza taşımak, O’nunla birliktelik duygusunu yaşayabilmek, bütün zamanların Müslümanları için hasretle aranan bir duygu. Bir tür kalb açlığı. Rasulullah zamanında yaşayıp da zaman zaman O’na hasretlik hissedenler yanında 1400 yıl sonra yaşayıp O’nu özlememek nasıl mümkün olur? Ve tabii nasıl mümkün olur, bunca asırlar sonra O’nun elinden tutabilme heyecanı? Gelin biraz kendimizi zorlayalım:
İNSAN, sahabenin, Hz. Peygamber (s.a.s.) henüz hayattayken yaşadığı hasreti düşündükçe titriyor. Bizler, O’ndan şu kadar yüzyıllık uzak bir gurbette yaşayan bizler ne yapmalıyız? Sahabenin O’nun yanındayken ve ondan ayrılınca yaşadığı ruhi kesafet farklılığı, bizde kim bilir nasıldır, diye düşünüyor ve titriyor.
Hanzale b. er-Rebî el-Üseyyidî, yolda, Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) rastlıyor ve büyük bir panik içinde:
- Hanzale münafık oldu, ey Ebû Bekir! diyor.
Hz. Ebû Bekir şaşırıyor:
- Ne diyorsun sen ey Hanzale, diye mukabele ediyor. Hanzale içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi büyük bir yürek ezikliği içinde anlatıyor:
- Biz, diyor, Peygamber aleyhissellam’ın huzurunda bulunuyoruz. O bize Cenneti ve Cehennemi anlatıyor. Biz gözlerimizle görmüş gibi oluyoruz. Peygamber aleyhissellam’ın huzurundan çıkıp da çoluk çocuğumuza kavuşup, işimizin başına gidince bunların çoğunu unutuyoruz.
HAZRETİ EBÛ BEKİR Hanzale’yi teselli ediyor. Ancak Hanzale’nin içindeki yangın sönmüyor. Birlikte Rasûlullah’a gidiyorlar.
Hanzale, O’nunla beraber ve O’ndan ayrıyken yaşadığı duyguları Rasûlullah’a da anlatıyor. Allah Rasûlü Hanzale’yi dinledikten sonra şunları söylüyor:
- Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, huzurumda bulunduğunuz hal üzere ve zikirde devam edebilseydiniz, yataklarınızda ve yollarınızda melekler sizinle musafaha ederlerdi. Lakin ya Hanzale, bir saat ibadetle bir saat dünya işleriyle uğraşınız yeter.
Allah Rasûlü bu sözlerini üç kere tekrarlıyor.
Bu, bir sahabinin, Peygamber ve gurbeti ile ilgili olarak yaşadığı bir hadise.
Bir başkası da şöyle:
Hazreti Peygamber bir gün, kölesi Sevban’ın büyük bir üzüntü içinde olduğunu, zayıfladığını, benzinin sarardığını görüyor. Ona üzüntüsünün ve zayıflamasının sebebini soruyor. Sevban cevap veriyor:
- Ey Allah’ın Rasûlü! Bir kaç gün seni görmemeye dayanamadım. Beni öylesine korku sardı ki anlatamam. Ahirette seni görmeme ihtimali aklıma geldi. Çünkü şayet ben bir ihtimal cennete girersem sen nebîler derecesinde ve makamında olacaksın, bense o derecede olamayacağım için seni göremeyeceğim!
Sevban’ın büyük aşkından doğan bu sorunun cevabını vahiy veriyor:
“Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, siddıyklarla, şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel dostlardır.” (Nisa Suresi, 69)
ONLAR ne güzel dostlardır! Onlar ne güzel aşıklardır! Onlar, sevdikleri insandan ayrılığı, bir lahzacık ayrılığı, cennetteki ayrılığı, yüreklerinde bir sızı halinde ne güzel yaşayanlardır! Onlar, bu ayrılıktan doğacak ruhi kesafetteki düşüşten ne güzel acı duyanlardır! Onlar ne güzel insanlardır?
Ey güzel dost, en Hanzale! Senin ölçülerinde bizim durumumuz nedir? Bizler ki Allah Rasûlünden yüzlerce yıllık bir gurbet halindeyiz. Bizim durumumuz nedir Allah aşkına? Biz, sizlerin Rasûlullah yanında ulaştığınız yücelişi nasıl tadacağız? Sizin ulaştığınız iman kesafetini nasıl bulacağız?
Ey Sevban sen söyle! O acı nasıl bir şey? Peygamber’e hasret nasıl bir duygu? O duyguya nasıl ulaşılır? Senin köleliğindeki bu aşkla bizim hürriyetimizde yaşadığımız bütün duygular tartılsa inan senin aşkın ağır gelir. Söyle bu aşkın sırrını bize!
BİZLER, gurbete mecbur olanlar... Kendimizi büyük bir sorgulamadan geçirmeliyiz. Hazreti Hanzale’nin canhıraş feryadını anlamalı Peygamber’in yokluğunda O’na ümmet olabilmenin yollarını bulmalıyız. İçimizdeki imanın kesafetini sürekli yoklamalıyız. “Nifak”tan korkarcasına aşkımızdaki eksilmeden korkmalıyız. O’na aşkın, O’nun sünnetine sımsıkı sarılmakla büyüyeceğine inanmalıyız. O sanki karşımızdaymışçasına, her davranışımızda O’ndan izin istiyormuşçasına, O’nu içimizde ikinci bir ben gibi hissedercesine, O’nu bir vicdan ölçüsü, O’nu bir kafa yapısı, O’nu bir iman mihveri yaparcasına, O’nunla birlikte olmalıyız. “O ki o yüzden varız.”
Veladet Kandilinizi tebrik ediyor, Rasulullah (s.a.v.) ile kalbi rabıtaları diri hayatlar diliyorum.