Sabah, yazımın başına oturmadan, ekranlarda Başbakan Sayın Davutoğlu’nu izliyorum.
Sayın Başbakan ekonomik dönüşüm programının tanıtımına devam ediyor.
Bir maliye profesörü olarak, Sayın Başbakanın çok temel doğruları bir kez daha ama detaya inmeden anlattığını düşünüyorum.
Sayın Davutoğlu detaylara inmeden kayıtdışı ile mücadele edeceklerini, vergi sistemini basitleştireceklerini, kamu yatırımlarını daha etkin hale getireceklerini, yerel yönetimlerin öz gelirlerini arttıracaklarını, istatistik veri tabanını iyileştireceklerini söylüyor.
İtiraf edeyim, bu vaatler beni çok heyecanlandırmıyor.
Ancak, bu arada Sayın Başbakan çok önemli bir ifade de kullanıyor ve Türkiye’nin en önemli sorunu olan “öngörülebilirlik” konusuna da değiniyor.
Öngörülebilirlik hayati bir mesele, Sayın Davutoğlu bu konuyu ekonomiye ilişkin kullanıyor ama bu konu özellikle hukuk alanında çok belirleyici.
Yabancı dillerde bu kavrama “securite juridique.fr” ya da “legal certainty.ing” adı veriliyor.
Bu kavram, hukuk prensiplerinin makul bir süre içinde değişmezliği yani vatandaşların nasıl bir hukuk çerçevesi ile korunduğunun garantisi ve öngörülebilirliği olarak tanımlanıyor
Bu kavramın önemi Türkiye ekonomisinin sürdürülebilir büyümesi için, dış tasarruf çekmesi için hayati.
2010 anayasa referandumundan günümüze hukuk sistemimizde çok hızlı ve önemli değişiklikler yaşanıyor.
Bu değişikliklerin çok önemli bir bölümü HSYK, Yargıtay, Danıştay gibi kurumların yapısına ilişkin.
Bu konuya iki pencereden, biri içerisi, öbürü dışarısı, bakabilirsiniz.
İçeriden bakışınızı ise muhtemelen siyasi pozisyonunuz belirliyor.
Şayet siyasi iktidara muhalif iseniz, bu kurumlardaki değişikliklere bu kurumlara yandaş hukukçuları yerleştirmek olarak, bağımsız yargıyı siyasi iktidara bağlamak olarak bakabilirsiniz.
Meselelere bakışınız daha akademik bir bakış ise konuya yaklaşımınız yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı istikametindedir.
Yok, siyasi iktidara daha yakın bir açıdan meselelere bakıyorsanız, HSYK’daki, Yargıtay ya da Danıştay’daki değişikliklere bu kurumlara sızmış paralel bir çetenin temizlenmesi, yargıyı başka bir vesayetten kurtarmak olarak da bakabilirsiniz.
Siyasal konumunuza göre meseleye başka açılardan da bakılabilir.
Ancak, bu bakış açılarının ortak noktası iç bakış olmaları.
Aynı konuya acaba dış dünya, özellikle de yabancı yatırımcı nasıl bakıyor?
Yabancı yatırımcı bu konuya yandaşlık ya da paralellik açılarından değil, öngörülebilirlik yani hukuk güvenliği =legal certainty= açısından bakıyor.
Başka bir ifadeyle de, yatırımcı bir ülkede hukuk sisteminin, karar mekanizmalarının çok hızlı değişikliklerinden hoşlanmıyor zira, iyi ya da kötü, standartları yüksek ya da düşük, önünü görmek istiyor.
Sayın Davutoğlu bugün (dün) gerçekleştirdiği sunuşta iç tasarruf oranının bugünkü mevcut yüzde 13 düzeyinden beş sene içinde yüzde 19’a çıkarılması gerektiğini ifade etti.
Bu artış bugünkü milli gelir bazında yaklaşık elli milyar dolar demek.
Mevcut küresel kriz ortamında bu artış ne kadar gerçekçi, ne kadar yapılabilir, tartışılır.
Ancak, hukuk standartlarını yükselterek, hukuk güvenliğini iyileştirerek, sistemle çok oynamayarak senede dış alemden 50 milyar dış tasarruf çekmek ve bu kaynakla büyümek, büyüdükçe de tasarruf oranını yükseltmek daha gerçekleştirilebilir bir hedef.
Üstelik bu tercih iki ucu gül kokan bir değnek olur.
Değneğin bir ucu hukuk standartlarının yükselmesi diğer ucu da büyüme.
İkisine de çok ama çok ihtiyacımız var.