Demirtaş herkesi kör ve aptal sanıyor.
O dilinden kan damlayan Demirtaş şimdi kalkmış barış ve diyalog diyor.
Demirtaş’ın bir dediği bir dediğine uymuyor.
Suruç katliamından sonra Kandil’den silahlanın çağrısı geldiğinde Demirtaş da geri kalmamak için aynı anlama gelen çağrılarda bulunuyordu.
Sıkıştığında çatışma koşullarında büyüyen çocukların/gençlerin kendisini dinlemediğini söylüyor ama ne hikmetse Kobani olaylarında çağrıda bulunan Demirtaş’ı o çocuklar/gençler ne kadar dinlediğini ortaya koyuyordu.
Kandil’e silah bırak çağrısında bulunması istendiğinde “Kandil beni dinlemez!” diyordu.
Ne hikmetse Demirtaş’ı hiç kimse dinlemiyor.
Ama buna rağmen Demirtaş devlet/hükümet nezdinde dinlenilmesini istiyor.
Duruma ve şartlara göre konuşuyor.
Bir bakıyorsunuz savaşçı kesiliyor, bir bakıyorsunuz barışçı.
Bugünlerde tekrar barışçı rolüne büründü.
***
Demirtaş dudak ucuyla mecburiyet tahtında Kandil’e nihayet tetikten elini çekmesi ve barış masasına tekrar dönmesi çağrısında bulunmuş.
Tabii asıl istediği şey, PKK ile devleti eşitleştirmek.
Yani her iki tarafın da aynı anda ellerini tetikten çekmeleri…
İyi de birisi meşru bir güç, ötekisi gayr-ı meşru bir terör örgütü..
Ve Demirtaş da bu meşru gücün parlamentosunda faaliyet gösteren yasal bir partinin genel başkanı…
Ne hikmetse PKK’ya hiçbir şekilde toz kondurmuyor ama sıra devlete/hükümete geldiğinde akla ziyan her suçlamayı getiriyor.
Sözgelimi, Suruç’taki katliamın “Saray Gladyosu” tarafından yapıldığını söyleyebilecek kadar haddini aşıyor. Ve dediği gibi ne hikmetse PKK’yı sorgulamıyor hiçbir şekilde. Bırakınız sorgulamayı, PKK terörünü meşrulaştırıcı ve haklılaştırıcı argumanlar üzerinden yol yürüyor.
“Savaşı Erdoğan başlattı. PKK ise mecbur kaldı.” Demirtaş’ın özetle dediği bu.
Bu iddiayı paralel medya organları da dillendiriyor, Doğan medya organlarındaki köşe yazarları da… Ciner grubundan Umur Talu gibiler de… Fethullahçı İslamcı Ali Bulaç da son tahlilde bu anlama gelecek laflar etmeye başladı.
“İki polis öldürüldü diye Kandil mi bombalanır?” diyerek aynı kapıya çıkan bir zihin hattında durduğunu ortaya koydu.
***
Ortada çözüm sürecini sabote eden bir Kandil/HDP var.
Kandil/HDP hiçbir zaman çözüm sürecine inanmadı.
Çözüm sürecinden yararlanarak örgütsel/siyasal iktidar alanları yaratmaya çalıştılar.
Öcalan’ın silah bırakma çağrısına direndiler.
Kandil söz verdiği halde silahlı güçlerini sınır dışına çekmedi ve silahlarını bir tehdit unsuru olmaktan çıkartmadı.
HDP ise Kandil’in bu çözüm sürecini zehirleyen siyasetinin emrindeki bir aparat gibi çalıştı.
Demirtaş çözüm sürecine düşman ne kadar çevre varsa onlarla yol arkadaşlığı yaptı.
Seçimden hemen sonra Kandil ateşkesi sonlandırdığını açıkladı.
Bölgede silahlı bir vesayet rejimi kurmaya yönelmiş Kandil asker ve polis öldürmeye yöneldi.
Yol kontrolleri yaptı. Araçları yakıp yıktı. Şantiyeleri bastı. Bölgede silahlı bir korku imparatorluğu oluşturmaya başladı.
Ali Bulaç gibilere sormak lazım:
Böyle yapan bir terör örgütüne karşı ne yapılabilir?
Onlar öldürmeye devam etsinler, onlar yakıp yıkmaya devam etsinler, onlar Kürt halkı üzerinde silahlı bir vesayet rejimi oluşturmaya çalışsınlar ama devlet/hükümet sessiz kalsın öyle mi?
Kandil’in bombalanmasından Demirtaş gibilerin rahatsız olmasını anlarız da Bulaç’ın niye rahatsızlık duyduğunu anlamak çok zor.
Bulaç çözüm sürecinin bozulmasından rahatsızlık duyduğu için bunu söylüyorsa Kandil’in terörüne de HDP’nin bu teröre arka çıkan siyasetine de en önemlisi bu terör gladyosuyla işbirliği yapan Fethullahçı/Paralelci yapıyla da bir hesaplaşsın da görelim.
Çözüm sürecini hem kendileri bozuyorlar, hem de çözüm sürecini bozduğu gerekçesiyle Cumhurbaşkanımızı/Hükümetimizi hedef tahtasına oturtuyorlar.
Bu kadar yalana ve çarpıtmaya pes doğrusu!
***
Demirtaş barış ve diyalog demeden önce çıkıp özür dilemeli.
Kobani olaylarında yaşamını yitiren insanlarımız için özür dilemeli.
Hukuk karşısında hesap vermeden önce Türkiye toplumundan özür dilemeli ki barış ve diyalog dediğinde sözlerinin bir anlamı olabilsin.
Demirtaş, Öcalancı olduğunu söylüyor ama nedense Öcalan’ı, İmralı’ya gömen Kandil’in savaş politikalarına arka çıkıyor.
Demirtaş soyut laflar edeceğine niye Kandil’e 2013 Nevruz’unda Öcalan’ın yaptığı çağrıyı hatırlatmaz?
En önemlisi, niye Kandil’e bu çağrının gereklerini yerine getirme konusunda aleni çağrıda bulunmaz?
“Barış cesaret ister!” diyen Demirtaş niçin Kandil karşısında süt dökmüş kediye döner?
Buradan Demirtaş’a sesleniyorum:
Ey Demirtaş! Kandil’e, Öcalan’ın bu çağrısının arkasında durmasını niye cesaretle çıkıp söylemezsin?
Niye barış masasına dönmenin şartı olarak, silahlı güçlerin sınır dışına derhal çekilmesi ve silahların bir tehdit unsuru olmaktan çıkartılmasını hatırlatmazsın?
Diline doladığın Dolmabahçe açıklamasında kamu düzenine koşulsuz riayet etmek gerektiği şartını niye dillendirmezsin?
“Kandil beni dinlemez!” mazeretinin arkasına sığınma.
Sen söyle söyleyeceğini, Kandil dinler mi dinlemez mi o ayrı bir konu…
Hadi görelim cesaretini…
Barış ve diyalog çağrısında samimi isen şayet üç şey yap: Bir, Kobane olaylarından dolayı özür dile. İki, IŞİD’in terörünü kınadığın gibi Kandil’in terör eylemlerini kına. Üç, Kandil’e Öcalan’ın yaptığı çağrının gereklerine uyma çağrısında bulun.
Barıştan ve diyalogdan yana gözüküp terör gladyosunun unsurları gibi hareket ederseniz olmaz.