ABD’nin en cerbezeli başkanlarından John Fitzgerald Kennedy, bildiğiniz üzere, 50 yıl önce suikasta kurban gitmişti. Yerine geçen yardımcısı Lyndon Johnson, yemin eder etmez neden hemen “Bu olayın uluslararası boyutu yok” açıklaması yapma ihtiyacı duyduğunu, anılarında, “Sovyetler ile sıcak bir çatışma çıkmasını önlemek için... 1. Dünya Savaşı da bir suikast yüzünden çıkmamış mıydı?” diye izah eder...
Kışkırtılmış kitlelerin ülkeyi savaşa zorlayacağı endişesiyle... Amerikan devleti Kennedy suikastının üzerini bugüne kadar kapalı tutuyorsa, biraz da bu sebeptendir...
Çatışmaların, kavgaların, hatta savaşların çok daha basit sebeplerle çıktığı da olur...
Özellikle bizim ülkemizde...
Dün Taraf’ta yer alan 2004 yılı ağustos ayında yapılmış bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında Fethullah Gülen Cemaati’nden duyulan rahatsızlığın görüşüldüğüne dair haberi okurken, bu olayı ve ülkemizin kısa zamanda ne kadar yol aldığını düşündüm. On yıl önce kaygılar ve korkuların hüküm sürdüğü, kendi vatandaşlarının ‘iç tehdit’ olarak değerlendirildiği bir ülkeydi Türkiye; 2004 MGK’sına yansıyan, ondan önceki kimbilir kaç MGK’nın da gündemini teşkil etmiş bir konu...
Aradan geçen yıllar o korkuları geride bırakmadı yalnızca, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘dershaneler’ konusundaki hassasiyetlere cevap verirken söylediği gibi, Cemaat’in meşru bütün taleplerinin dinlenip yerine getirildiği bir ülkeye de dönüştü...
2004’te bile ‘iç tehdit’ olarak görülen bir oluşum 2013’e gelindiğinde ‘saygın bir paydaş’ haline dönüşmüş...
Bu nasıl gerçekleşti acaba?
Lyndon Johnson’un hassasiyeti bu soruya cevap vermemizi kolaylaştırıyor: Ak Parti iktidarda bulunduğu süre içerisinde, varlığıyla ve icraatlarıyla, bir çok önyargının yıkılmasına yol açtı. Unutmayalım ki, Ak Parti liderlerinin çoğu, daha önceki partileri yüzünden, Gülen Cemaati ile aynı kefeye konuluyorlardı ‘tehdit’ değerlendirmesini yapanlar tarafından...
Habere konu olan MGK toplantısından yıllar sonra bile, bir çevrenin “Ak Parti’yi ve Gülen Cemaati’ni Bitirme Planı” (APGCBP) hazırlama ihtiyacı duyduğu, yargı konusu olduğu için, biliniyor.
Yayınlayan gazete ve Cemaat’in öndegelenleri haberi nasıl değerlendirir bilemem elbette, bana kalırsa, MGK belgesinin altında imzası bulunan siyasiler, Türkiye’yi o günlerden bugünlere sağ-sâlim getirdikleri için tebriği hak ediyorlar... O toplantılarda yıllar boyunca kimbilir daha neler yaşadılar...
27 Nisan (2007) muhtırası da onlara verilmişti...
Neden verilmişti acaba?
Kavga ve gürültülerle gelinmedi bugünlere; tam tersine, kıldan ince kılıçtan keskince bir yol üzerinde yürünerek alındı mesafeler... Gerektiğinde yumuşak davranmayı, gerekmediğinde sertlik göstermeyi bildi siyasiler...
Yanlışlar yapılmadı mı? Sürüsüyle... Ancak bir ara bayağı yaygın kabul gördüğü üzerine, yanlışlar bile, süreç içerisinde doğruya evrilebildi.
Geleneğimizde âni tepkiler teenninin önünde gelir; önce vurur sonra neden vurduğumuzu düşünürüz. Taraf’ın haberi kimbilir hangi ön yargılarla günyüzü gördü önü ve arkası düşünülmeden; oysa üzerinde biraz düşünüldüğünde çok farklı bir öykü anlatıyor...
Belki bundan sonra düşünen çıkar...