Demek masum bir eylem yönetilemedi ve ardından bugünlere geldik, öyle mi!
Demek Türkiye’de demokratik taleplerin önünü kesen bir güç, bir iktidar var ve meydanları yakıp kavuran, yağmalayan, yanlarına üçüncü sınıf ajanlık faaliyeti yürüten kimi ecnebi siyasetçi ve gazetecileri alan insanların talepleri masum, öyle mi!
Buyrun birlikte bakalım.
Bir: Türkiye’nin 2001 krizinin ardından ekonomisini belli bir büyüme hızıyla ve istikrarla yola koyması, yakın bir tarihe kadar bu noktada istedikleri gibi operasyon yapanların elini zayıflatmıştır.
İki: Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bölgesel ve küresel ölçekteki gelişmeleri dikkate alarak sistemi tekrar kurgulama yönündeki hamlesi, şu ana kadar çıkarlarını istediği gibi elde eden bazı büyük sermaye çevrelerini kelimenin tam anlamıyla çileden çıkarmıştır. Gezi Park eylemlerine bir büyük mağaza zincirinin erzak taşımasından, ‘revir otel’ projesine kadar tüm hamleler bunu yansıtmaktadır. Herkes aklını başına almalıdır. Ankara’nın gelecek tasavvurunu paylaşmayan bir sermaye yapısının, bu topraklarda barınma şansı olmayacaktır.
Üç: Türkiye’nin demokratik sistemi sağlam adımlarla geliştirmesi ve sahici bir ‘temsil derinliği’ oluşturması, yine sisteme müdahele etmek isteyenlerin kabullenemediği bir denge ortaya çıkarmıştır. ‘Gezi saldırısı’ tam da bu noktayı hedef almaktadır.
Dört: Uluslararası sistem, eski alışkanlıkların bir devamı olarak, Ankara’nın iç dengelerinde istediği zaman aktör değiştirme, tasfiye etme ya da terbiye etme gücünü koruma peşindedir. O günler geride kalmış, sermaye-ordu-yüksek yargı-medya eksenindeki şer dengesi Türkiye lehine bozulmuştur.
Beş: Suriye politikasının Türkiye’nin başını ağrıttığı doğrudur. Ama daha doğru olan, Şam’daki cinayet şebekesi yoluna devam ettiği sürece, Ankara’nın huzur bulamayacağıdır. Son Washington ziyareti sonrasında ‘Gezi saldırı’sının ortaya çıkması, Türkiye’nin bölge politikalarında kendi tezinde ısrarlı olduğunun ifadesidir. Birileri ona bedel ödetmenin peşindedir. Oldu mu masum eylemciler!
Altı: Ankara’nın kendi başına yol aldığı, ahmakça komplo teorilerini alt üst ettiği bir diğer politika, Irak konusunda attığı adımlardır. Irak’ın kuzeyinde kendisi aleyhine kurulan tezgahı, usta bir hamleyle lehine çeviren Ankara’nın, hem ABD’yi, hem de İngiltere’yi nasıl ürküttüğünü gözden kaçırmayalım. Yedi: Irak konusuna gelmişken, Türkiye’nin neredeyse otuz yıldır ayağına bağ olan kronik bir sorunu, müzakere yoluyla çözüm sürecine sokması, sokakları yakıp yıkanların ardındaki kirli ellerin bir başka hedefidir. Kürt sorunu üzerinden yıllar yılı Ankara’yı köşeye sıkıştırmayı başaranların, oyuncakları elinden alınınca sokağa yönelmesi şaşırtıcı değildir.
Sekiz: Uluslararası düzeyde medet umulan Sünni-Şii kutuplaşmasında, Türkiye kendisine biçilen deli gömleğini reddetmiştir. Bunu uluslararası sisteme ve İran’a rağmen devam ettirme gayretindedir. Parantez: Tahran’ın böyle bir dönemde daha müzakereci bir ismi devlet başkanı seçmesi anlamlıdır.
Dokuz: Mevcut sermaye yapısı değişirken, medya düzeninin de böyle devam etmesi mümkün değildir. İstedikleri kadar uluslararası ortaklarını imdada çağırsınlar, farketmez. Türkiye, medya üzerinden iktidar devrilen, sermaye çevrelerinin milleti tehdit altında tuttuğu bir ülke değildir.
On: Başbakan az söylemiştir. Şu anda olup bitene tepki duyan kesimlerin oranı % 50’lerin çok ötesindedir. Bu öfkeyi ve tepkiyi, ancak onlara sahip çıktığını ifade eden bir liderin kontrol edebileceğini görmeyenler, bu ülkenin tarihine bir baksınlar. Millet, kendisine sahip çıkan, yüreğinde hissettiği bir lider, siyaset ve bunları şeffaf biçimde sandığa taşıyan bir demokratik düzen olduğu sürece evindedir. Aksini yazmak bile istemiyorum.