Nisan ayı içinde virüsün sirayet ettiği 5 dostu telefonla aradım. İkisinin seslerinden acı çektikleri belliydi, sıkıntılıydılar. Üçüncüsü evdeydi sıkı bir tecrit uyguluyordu. Hamdolsun üçü de şifa buldular.
Dördüncüsü amcaoğluydu tedavisi halen devam ediyor, Allah şifa versin.
Aradığım beşinci dost Ömer Döngeloğlu idi. 23 Nisan günü saat 10.11de aradım. Fevkalade neşeliydi, “Şüphelendik test yaptırdık pozitif çıktı. Başakşehir hastanesindeyim. Burası çok mükemmel bir hastane. Bana da iyi bakıyorlar. Ailem de tecrit altında. Ama her şeye rağmen hakkını helal et.” dedi. Tam bir tevekkül ve teslimiyet içindeydi, sesinden acı çektiği de anlaşılmıyordu. Öyle ki insan üzerinde, tedbiren hastaneye kaldırmışlar, iyileşir izlenimi bırakıyordu.
Doğrusu ben diğer acı çeken hastaların sesini duyduktan ve onların iyileştiğini öğrendikten sonra Ömer hoca haydi haydi şifa bulur diye ümid ediyordum.
Evvelki gün haber sitelerine vefat haberi düşünce sarsıldım.
Telefonda öyle canlı ve neşeli konuşuyordu ki hoparlörü açmamış olmama rağmen hanım da sesini duymuştu, o da vefatını öğrenince hüzünlendi.
Ömer hoca merhum sadece bizim değil tv programlarıyla herkesin evine misafir olmuş kendini sevdirmiş bir mümindi.
Merhum Tokat/Zileliydi, gönüldaşlığımızın yanı sıra hemşeriliğimiz de vardı.
İyi bir hatipti. İlk kez 2002 seçimlerinde karşılaşmıştık. Tokat’taki seçim çalışmalarına aktif olarak katılmıştı.
İBB’de uzun süre görev yaptı. Kanal 7 yöneticileri ondaki madeni keşfetmişler ve televizyonda program yaptırmaya başlamışlardı.
Ömer hoca İslam tebliğini yaşanmışlıklar üzerinden etkileyici bir dille verme yolunu seçmişti. Yani alışılagelmiş vaazlarda olduğu gibi ayetler hadisler okuyarak ve onları yorumlayarak konuşmuyordu.
Doğrudan peygamberlerin, sahabilerin ve Allah dostlarının hayatlarını anlatarak mesaj veriyordu ve fevkalade etkili oluyordu.
Böylece hem çetrefilli dini konulara girerek milletin kafasını karıştırmıyor hem de peygamberler ve Allah dostlarının hayatlarından anekdotlar naklederek dinleyenlerin imanlarını takviye edecek bir yöntem uyguluyordu.
Aslında İslam tebliğini kâl(söz) ile değil hâl ile yapmak en etkili yöntemdir. Ömer hoca merhum işte bunu yapmıştı ve isabetli bir yol seçmişti.
Yetmişli yıllarda Üstad Necip Fazıl Milli Gazete’de yanlış hatırlamıyorsam ‘333 altın halka’ başlığı altında evliya menkıbelerini dizi halinde yayınlardı. Lise talebesiydim, bir anlam veremezdim ama üstad yazdığı için de okurdum.
Bir gün ayaklarımı uzatmış okuyordum. Üstad, evliyadan Sırrıyyu’s Sakati’yi anlatıyordu ve orada ‘Sakati Allah korkusundan ömrü boyu ayağını uzatmamıştı’ diye bir cümle okudum ve ayaklarımı topladığımı fark ettim. O zaman peygamber ve Allah dostlarının hayatlarını nakletmenin ne olduğunu anladım.
Daha sonra İmam Şarani’nin Allah dostlarının menkıbelerini anlatan Tabakatü’l-Kübra isimli dört ciltlik eserin birinci cildini okudum.
Ayetler hadisler hayata nasıl tatbik edilmiş orada canlı örneklerini gördüm. Bazı abartılar da yok değildi. Ama insanı eğiten hikmetlerle yüklü olduğu için bence mahzuru yoktu. Yeter ki kişi sahih İslam itikadını bilerek okusun. Onların abartı olduğunu da anlar.
Bugün insanlığın ortak eseri haline gelmiş olan Mesnevi de hikâyelerle vermez mi mesajını.
Merhum Ömer kardeşim işte bu etkili yöntemi seçmiş ve tebliğin en güzelini yapmıştır.
Vefatı üzerine sosyal medyada yayınlanan mesajlara bakınca da bunun tesirini çok net anlıyor insan.
Allah Ömer kardeşime rahmetiyle muamele buyursun, mekânı cennet olsun yakınlarının ve hepimizin başı sağ olsun.