Ben ayrılalı 37 yıl olmuş. Benden sonra da biraz devam etti, buna rağmen yaşı 50’den aşağı olanlar pek hatırlamayabilir.
Mücadele Birliği’nden bahsediyorum.
“Ölünce...” derken de Mehmet Çetin Ağabey’den. Mücadele Birliği’nin “En öndeki üç Ağabey”inden biriydi. Bir gün kalp krizi geçirdi ve bu dünyaya veda etti. Mücadele Birliği daha önce de bağlılarından kayıplar yaşamıştı ama, öndeki insanlardan ilk defa vefat oluyordu.
N’oldu?
Tabii herkes çok üzüldü. Herkes, kendi ailesinden en yakın birisini kaybetmiş gibi oldu.
Ancak bu acılı ortamda başka platformda başka bir problem ortaya çıktı.
Mehmet Ağabey’in üzerinde matbaa vs. gibi bazı müesseseler vardı.
Bu müesseseler gerçekte Mehmet Ağabey’in mülkü değildi. Bu tür yapılarda bağlıların fedakarlığı ile bazı müesseseler oluşmaktaydı. Ve o müessesenin mülkiyeti “Güvenilir” diye bilinen birilerinin üzerine yapılmaktaydı.
Mücadele Birliği bünyesinde de öyle olmuştu. Aslında Birliğin çok varlıklı mensupları fazla değildi. Genç bir kitle ve sınırlı bir esnaf grubu vardı. Ancak fedakarlık sonsuzdu. O genç kitle elinde ne varsa verdi Birliğe ki bir matbaa alınsın, gazete çıksın, dergi çıksın. Öğrenciler burslarını verdiler, diyeyim de nasıl bir fedakarlık sergilendiğini siz hesap edin. Zaten çok evli insan yoktu, evli olanlar da düğün takılarını çıkarıp vermekte tereddüt etmediler.
İşte Mehmet Ağabey’in üzerindeki müesseseler böyle bağışlarla oluşan müesseselerdi. Mehmet Ağabey ölünce, yönetimin zirvelerinde “Miras kaygısı” başgösterdi. Mehmet Ağabey’in ailesinden kuşkulanıldı, acaba bunları devretmekten kaçınırlar mıydı?
Aslında yakından biliyorum, o ailede asla öyle bir düşünce yoktu. Ancak yönetimin zirvesi bir an önce o müesseselerin devrini istiyor, aileye de o yönde baskı yapıyordu. Aile tedirgin oldu. Biraz dışlanmışlık hissetti. Aile olarak ailenin yakınındaydık. Bütün üzüntülerine tanık olduk. Bende o zaman “kardeşlik” konusunda kuşku doğdu. Kardeşlik, kardeşlik, kardeşlik vurguları yapıyor, ancak ölünce geride bıraktıklarınıza vefa gösterilmiyordu. Üstelik ilişki “Miras meselesi”ne indirgeniyordu.
Sonunda aile tabii ki devretti Mehmet Ağabey’in üzerindeki her şeyi. İki çocuklu bir anne geçinme zorlukları yaşadı vs.
Sonunda acaba kimin mülkü oldu o müesseseler?
Ben, eşinin kolundaki bileziği çıkarıp veren, babasının tarlasını babasından habersiz satıp “Teşkilat”a aktaran arkadaşların hazin hikayelerini dinledim çokça.
“Ölünce...” miras davası çıkıyordu demek ki...
Bu örnek, diyelim üzerinde “Teşkilat”ın müessesesi bulunan kişinin ardından mirasçıların o müesseseye sahiplenmesi gibi durumlara da yol açabilirdi hiç şüphesiz.
İş sonunda “Güven” meselesine gelip dayanmakta, “Güvendiğiniz dağlar”a kar yağdığında da, insanların halisane, fedakarane hislerle yaptıkları bağışlar heba olup gitmekteydi.
Televizyon vs gibi büyük mali yatırım gerektiren kuruluşlara sahip olmak için “Allah lillah adına” yürütülen kampanyalarla oluşan birikimlerin bazen, bir kadın şarkıcının altında cip ya da boynunda kolye olduğuna da tanık olunmuştur Türkiye’de. Tarihçi dostum Veli Şirin Bey, “Türk milletinin yüreği çok yufkadır” der, “Allah için, vatan için her çağrıldığında malını canını ortaya koymaktan çekinmez, sonunu da düşünmez.” Öyleyiz zahir.
“Allah, deyip, vatan deyip” aldatan karşısında bütün dirençlerimiz kırılır.
Ama sonunda da, derin üzüntüler yaşarız. Belki bin kere.
Bunu neden yazdığımı anlamış olmalısınız.
Bir süredir yine “Allah için” çağrılarla oluşan bir alanda ciddi duygu savrulmaları yaşanıyor. Bu yapı, bugüne kadar “İslam” ve “Hizmet” çağrıları etrafında oluşan yapıların mali açıdan en büyüğü. Milyarlarca liralık müesseseler söz konusu. Okullar, hastaneler, yayınevleri, medya grupları, lojistik kurumları, bankalar, holdingleşen şirketler vs...
Bunların ne kadarı gerçek kişisel mülkiyet niteliği taşıyor ne kadarı “Himmet”le, yani binlerce insanın katkısı ile oluşmuş durumda?
Biliyorum, veren insanlar “Balık bilmezse Halık bilir” mantığından hareketle verirler.
Ama sonuçta bunların resmi bir mülkiyet hüviyeti kazandığı açık. Diyelim vakıflar üzerinde değil de “Güvenilir insanlar” üzerindeki bir mülkiyetten söz ediyoruz.
Ne olacak yarın birisi “Bunlar benim” deyip başını alıp giderse...
Ölünce...
Herkes ölümlü. Ölünce ne olacak?
Merkezdeki insan ölünce ve ortaya tavaif-i müluk gibi bir şey çıkınca mesela ne olacak? Bulan bulanın kuş kapanın mı olacak?
Karın tokluğuna Moğolistan’da öğretmenlik yapan gencin ya da mutfak bütçesinden ayırıp burs diye veren annenin duyguları ne olacak?