Allah hastaneye düşürmesin, hastanenin yokluğunu da çektirmesin derler ya öyle bir durum. İnsan sevdiklerine çare ararken zaman zaman normal şartların dışında hareket edebiliyor. Olmayacak şeylerden medet umabiliyor. Bazen de en sevdiği yakınına eziyet olacak kararlar bile alıyor.
Yaşı çok ilerlemiş olmasına rağmen ağır kemoterapi tedavisine maruz kalan hastalar var. Yaşı 90'a yaklaşmış bir hasta için kemoterapi, tedavi mi eziyet mi sormak lazım en azından.
Sağlık sistemimiz iyi. Devlet, hastanın denek olarak kullanılmadığı hemen her tedaviyi karşılıyor. Ancak yoğun bakımların ölümü ertelenmeye çalışılan hastalarla doldurulduğundan şikayetçi çoğu hastanenin başhekimi.
Haşa, ölüm Allah'ın emri. Takdir ona ait. Kullar ise vesile oluşturabilir.
Ancak artık kimse başı evindeki yastığında ölemiyor.
Korkulu rüya haline geldi; ya hastamız makineye bağlı kalırsa.
Kim verecek o kararı. Fişini çekelim mi çekmeyelim!
Hastane koşulları bazen de insanı en sevdiğinin ölüm anına karar vermek zorunda bırakıyor.
Bir terslik yok mu bunda.
Pandemi süreci, sağlık sistemimizin fotoğrafını çekmeye yaradı. Biz övgüyü hak eden bir performans sergilerdik. Avrupa'nın sınıfta kaldığını gördük. Yeterli sayıda yoğun bakın üniteleri yoktu mesela. Dolayısıyla önce gençleri aldılar yoğun bakıma. Yaşlı bakım evlerindekiler çok da takip edilmedi. Sağlık sistemine yük olarak görülenler, pandemi sayesinde kayıttan düştü!
Mevzu etmeye çalıştığım husus oldukça nazik. Meramımı iyi anlatamamaktan çekiniyorum. Zira ateş düştüğü yeri yakar. Herkes sevdiğinin biraz daha fazla yanında kalmasını arzular.
Bir arkadaşım var, evladı yoğun bakımda, "Allah'ım bir tek nefes alsa da ben onu bakmaya razıyım, canını bize bağışla" diyerek dua ediyor.
Bir başkası annesi için ediyor benzer duayı.
Allah'tan istiyor, doktorları vesile kılıyoruz.
Pandemi ağır bir travmaya sebep oldu. Salgının ilk dönemlerindeki ağır protokol, cenazelerin yakınları tarafından kaldırılmasına bile engel oldu. Hatta ilk günlerde pandemiden ölenler için ayrı mezarlık yeri yapmak bile konuşuldu.
Tuhaf zamanlardı, Allah bir daha yaşatmasın.
Ölüm hak! Ancak ölümü nasıl karşıladığımız, öleni nasıl uğurladığımız yaşamla olan ilişkimizin de ifadesi.
Son aylarda fazlaca kanser hastası haberi aldığımdan olacak, bu konu hep aklımda. Bir de tabii Kovid, yeniden hatırlatıyor kendini.
Anneannem 90'ı devirmişti rahmetli olduğunda.
Hiçbir hastalığı yoktu.
Yaşlanmanın kendisine hastalık gözüyle bakmazsak tabii.
"Biz dünyadan hakkımızı aldık, sıramızı savdık" derdi sorulunca.
Yani artık onun için vaktin geldiğini biliyordu. Fakat kendisinin belki de hasretle beklediği o anı evinde, yatağında karşılamasına mani oldu belli ki evlatlarındaki anne sevgisi.
Başında Kuran okusalardı, her zaman yattığı yatakta usulünce uğurlansaydı daha iyi değil miydi? Bir hastanenin soğuk yoğun bakım odasında, yanında kimsecikler olmadan verdi son nefesini. Sonra pişman oldu annem ve kardeşleri.
Annelerini son yolculuğuna böyle uğurlamayı hiç istemezlerdi.
Çok sevdiğim bir arkadaşıma hasta annesini sordum. "Kemoterapi almasını istemedik, kardeşler olarak evde bakalım, son zamanlarını bizimle evde geçirsin istedik" deyince ne kadar güzel bir karar verdiklerini düşündüm.
Böyle durumlarda sevdiklerimiz yaşasın diye değil onların ölümlerini ertelemek için çabalıyoruz. Ölümü evlerimizden kovuyoruz bir bakıma.
Bazen kurbanla ilişkimize benzetiyorum bu durumu.
Artık kurbanlıklarımızı da görmüyoruz. Biz kesmiyoruz kurbanımızı. Başkasını vekil ediyoruz. Kurbanı yardımlaşma yönüyle idrak ediyoruz sadece.
Yakınlarımızı da ahirete evlerinden uğurlamıyoruz. Çünkü ölümlerine şahit olmak istemiyoruz.
Yoğun bakım odalarında, vekalet verdiğimiz hemşirelerin refakatinde can veriyorlar çoğunlukla.
Son kez bakamıyoruz yüzlerine. Sıcakken ellerini, son bir kez tutamıyoruz.
Vedalaşamıyoruz.
Ölümü kovuyoruz çünkü...