İlginç bir veri ile başlayalım : “Türk insanının ölümden sonra en çok korktuğu şey topluluk önünde konuşma korkusudur.”
Derdimizi anlatmak konusunda büyük bir zaafiyetimiz var.
Konuşmak, hitap etmek, bir kişiye ya da çok kişiye…
Hepsinin temelinde iletişim kurma becerisi ya da beceri eksikliği var.
Toplumda bu o kadar büyük bir eksiklik ki, doğuştan hitabet yeteneği olanlar ya da kendisini bu konuda geliştirenler hemen bir, iki değil on adım öne çıkıyor.
Günümüz siyasetçilerinde bile liderliği, karizmatik olmayı ve siyaset yapmayı tek bir değişkenle açıklıyoruz. “Adam çok iyi konuşuyor…”
İyi konuşan, etkileyici bir hitabeti olanlara gelen ilk soru da budur: “Ne zaman siyasete atılıyorsun”. Düşünün, hitabeti öyle bir yere koyuyoruz ki, iyi konuşana ülkeyi, partiyi ya da şehri emanet ediyoruz.
Peki yokluğu?
Hitabet eksikliği, konuşma, kendini ifade etme eksikliği hayatın her alanında büyük bir problem.
İş hayatında işini çok iyi yapan ama yükselemeyenlerin büyük bir kısmı kendisini ifade edememekten yakınıyor.
En küçük örneğini her gün gazete aldığınız bayide görebilirsiniz. Hitabeti, ses tonu güçlü, kendinden emin birinin gidip “İyi günler, bir Star Gazetesi alabilir miyim?” dediğinde gelen cevap büyük ihtimalle “Tabii, buyrun, iyi günler” olurken, özgüvensiz, cılız bir sesle ve zayıf bir hitabetle giden kişinin söylediğini anlatması bile birkaç tekrar gerektiriyor. “Ne? Ne gazetesi dedin?”
Kısacası iyi bir hitabet, güçlü bir iletişim sadece konuşmacı, eğitimci ya da televizyoncular için değil sokağa çıkan herkes için gerekiyor.
Peki neden konuşamıyoruz? Neden konuşmaktan ölüm kadar korkuyoruz?- Çünkü okullarda tahtaya sadece azar işitmek için, sözlü sınav olmak ve bu sırada bütün sınıfın önünde rezil olmak korkusuyla çıkıyoruz.
- Çünkü tek taraflı bir eğitim sistemimiz var, sürekli öğretmenden öğrenciye bir bilgi akışı sözkonusu. Dinlediğini yazan, katip modeliyle eğitim alan gençler kürsüye çıkınca bocalıyor.
- Çünkü evde iki yaşına kadar konuşmayı ve yürümeyi öğrettiğimiz çocuklara iki yaşından sonra “Sus! Otur!” komutlarıyla sindiriyoruz. Susturulan, oturtturulan çocuk da haliyle büyüdüğünde ayağa kalkamıyor, konuşamıyor.
- Çünkü dünya face-to-face (yüz yüze) eğitim sistemine geçmişken bizde hala sınıf/amfi düzeninde arkadaşlarının ensesini görür çocuklar ve gençler. Yani bizde hala “Face to Ense” sistemi hakim. Bu düzelince göreceksiniz yüz yüze iletişimimiz düzelecek.
Bugün dünyadaki bütün savaşların, anlaşmazlıkların ve kavgaların en temel kaynağına indiğimizde karşımıza çıkan “İletişim eksikliği”, hayatlarımızın da en büyük kırılma noktası.
Onu kırdığımızda, her şey çok daha güzel olacak.
İyi konuşmalar!