Siyasete mal olmuş meşhur dizeleridir Orhan Veli’nin; “Neler yapmadık bu vatan için. Kimimiz öldük. Kimimiz nutuk söyledik.”
Nutukla ölüm dışında bir yol yoktu. Ya yokuş çıkılacak ya yokuş aşağı inilecekti. Ortası trene binmekti; ama devlet demirden korkuyordu!..
Elbette farklı yönlerine işaret eden farklı benzetmeler yapmak mümkün. Ama Türkiye’nin ‘terörle mücadele’ ile geçen yıllarının bir izahı ‘da’ bu.
Devlet, PKK terörünü bitirmek için müzakere yöntemini ilk kez denemiyor. Daha önce de denendi. Başarılı olamadı. ‘Terörle mücadele’ devlet içindeki güçlerin, siyasi partilerin ve ideolojiler için birbirlerine karşı kullandıkları bir ‘malzeme’ydi. Devlet tarafındaki güç savaşından PKK yararlandı, büyüdü, halka açıldı, ‘konvertibıl’ oldu.
Aslında durum 1990’ların sonundan beri hem devlet, hem PKK açısından sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı. Diyalogla çözüm arayışlarına başlandıysa da, çok başlı devlet ve ‘çok ortaklı’ örgüt masaya tek muhatap olarak oturamadı. Süreçler genellikle ‘içeriden’ sabote edildi.
Ancak bugün gelinen noktada yeni bir zemin var:
İlk kez bir siyasi kadro geçmişten ‘ders aldığını’ söylüyor;
İlk kez devletin unsurları bu kadar ‘anlayış birliği’ içerisinde;
İlk kez ‘hangi devlet’ sorusu sorulmuyor;
İlk kez terörün bitirilmesi ‘Kürt sorunu’ndan bu kadar net ayrıldı;
İlk kez ‘terörün bitmesi’ için ‘tek muhataplık’ üzerinde süreç başlatıldı;
İlk kez devlet silah bırakması için terör örgütüyle ‘diyalog’ kurduğunu halka açıkladı;
İlk kez ölmek ve nutuk söylemek dışında ‘çözüm’ umudu doğdu;
İlk kez sabotajlara rağmen süreci devam ettirme ‘iradesi’ var...
Cenazede provokasyon endişesi
100 kişilik terörist grubun karakola saldırması, Paris’te üç örgüt üyesi kadının öldürülmesi gelecek sabotajların öncüleri... Cenaze törenlerinin yapılacağı kentlerde istenmeyen girişimlerin olmaması için BDP’ye sorumluluk düşüyor. Hatta PKK’ya ve KCK’ya... Güvenlik güçleri ise asıl sorumluluk sahibi olarak tüm Türkiye sathında ve temsilciliklerde teyakkuzda.
Bugüne kadar ‘kızıştıran taraf’ olarak sahnede gördüğümüz Fransa da, evinde işlenen katliam nedeniyle bu kez ‘çözüm’ sorumluluğu altında. Fransa’nın üç kadının katillerini bulamaması ancak ‘istememesi’ halinde mümkündür.
Katliamın arkasından Suriye, İran ve İsrail’i işaret eden parmaklar, bugünlerde ağırlıkla İran’a doğru döndü. Gösterilen yöne bakarken o parmakların sahibine de dikkat etmek gerekiyor. Olağan şüpheliler listesinde İran’dan daha fazla nedeni, gücü ve dikkatleri başka yöne çevirme yeteneği olan ülkeler, servisler var.
Sabotajcılar işlerini yapacak. Ancak ilk kez, hiçbir sabotajın treni yoldan çıkaramayacağına yönelik kararlılık var. Devlet ‘tek’leşti ve demirden korkmadığını gösterdi. Devlet özetle, “Sabote edildi diye süreci durduracak olsaydık hiç başlamazdık” diyor.
Türkiye’nin 2013 ‘Nevroz’unu gerçek bir ‘bahar’ ve ‘bayram’ olarak kutlaması ilk kez bu kadar ‘mümkün’...
Ne işimiz var Afrika’da?
Başbakan Erdoğan’ın Gabon-Nijer ve Senegal seyahatinin önemini Avrupa anladı; onlar da eksik anladı. Avrupa gazeteleri, Türkiye’nin Afrika’da elçilik sayısını 34’e çıkardığına; THY’nin Sahra Çölü’nün güneyinde 24 noktaya uçtuğuna; bu bölgeyle ticaretini 750 milyon dolardan 7,5 milyar dolara çıkardığına, BM’de 55 Afrika ülkesinin bulunduğuna ve Türkiye’nin 2009-2010 BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği sırasında Afrika ülkelerinin oyunu aldığına işaret etti.
Financial Times, “Erdoğan hükümeti dünyada daha ön saflarda bir role soyundu” derken, İndependent, “Türkiye küresel bir oyuncu haline geldi. Batı, Afrika’da geride bırakılma riski ile karşı karşıya” analizini yaptı. Batı basınının eksiği, insani yardımdan, kalkınma desteğinden, eğitim burslarından söz etmemesi.
Türkiye’de ‘Afrika Yılı’nın ilan edilmesi 2005. Afrika Stratejik Planı’nın tarihi ise 2003. Küresel iddia, bugün ortaya çıkmış değil.