Son yılların en ilginç diyebileceğimiz bir ilk yarı sezonunu yaşadık.... Bir kere, şampiyonluk adayı olarak bu kadar zengin bir dönemimiz hiç olmadı. Dört büyükler, Başakşehir ve Sivas derken; tam 6 kulüp iddia sahibi...
Bu iyi bir şey, ama ligin kalitesi konusunda, herkesin belirgin bir kuşkusu var. Nicelik arttı, nitelik yerinde sayıyor. Onu da ikinci yarı hallederiz demek var ama; kalite dediğimiz şey, köşebaşını dönünce hemen karşımıza çıkacak bir sürpriz olmuyor.
Emek, hazırlık ve hak ediş istiyor. Buna hazır değiliz. Sorun burada!
***
Türk futbolcusunun genel profili olarak, çalışkan bir yapımız yok. Hem her fırsatta, hem ilk fırsatta kaytarmayı seven bir milletiz. Bu hastalık içimize, damarımıza, kanımıza işlemiş... O kadar etkili ve bulaşıcı ki; bu karakterde olmayan yabanılar; aramıza katıldığında buna derhal uyum sağlıyorlar. Onlar da tembelleşiyor. Zamanla aramızda bir fark kalmıyor.
Tembelliği hedef ve ilke olarak belirlemiş futbolculardan da, yüksek tempoyu beklemek hayalcilik olur. Bu yüzden ağır-aksak giden bir ligimiz var. Giderek o kadar ağırlaştık ki; temponun zirve yaptığı Şampiyonalar Ligi’nde kalbura döndük. Yığınla gol yedik, 6 grup maçında ancak bir gol atabildik. Sıkıntı büyük...
***
Bereket versin ki; ağırlıklı olarak yurt dışında oynayan futbolcularımız, çok genç ve Avrupa’daki yüksek tempoya uyum sağlamış durumda...Onlar sayesinde, milli takımımızın belirgin bir başarısı var.
Özellikle savunma blokumuz; tarihimizin hiçbir dönemide olmadığı kadar, büyük bir performans sergiliyor. Onlar sayesinde en az gol yiyen ekip olduk ve ayakta kaldık.
Türkiye Süper Ligi, tempo arttırmadığı ya da enerjisini orantılı bir şekilde sürdürülebilirliğini sağlamadığı sürece; çok sayıda şampiyon adayı çıkarmasının da bir yararını göremeyecek. Haberiniz olsun!