İster mücadele seçilsin, ister barış, her ikisi de olayın doğru görülmesi ile doğru ilerler.
“Başbakan mektubun muhatabı değil” gibi bir çıkış, en başta “Başbakan muhatabımız değil” gibi istiskal içeren muhtevası ile, çok yanlış bir duruşu ortaya koyuyor. Hem mektupta “Başbakan da okusun” denecek hem de, Başbakan muhatap olmayacak. Nasıl bir iş bu? Belli ki Cumhurbaşkanına yazılan her şeyin, icra noktasında geleceği son nokta Başbakan’dır.
O zaman doğru bakışın birinci şartı Başbakan’ın kıymet-i harbiyesini takdir etmektir.
Sonra 17 Aralık operasyonuna bakışta anlaşmak gerekiyor: Bu bir yolsuzluk operasyonu mu, yoksa yolsuzluğun kılıçları keskinleştirmek için kullanıldığı bir araçsal hadise mi?
Sonra “Paralel yapı algısı”na bakışta anlaşmak gerekiyor. Başbakan’a sırtından bıçaklandığı algısı veren bir şeyi, siz hiç önemsemiyorsanız, orada da çözüm yolunda ilerlenemez. Şu anda bu algı, belki de Camia dışında herkes tarafından kabul edilir durumdadır ve hatta iktidar “Bu sonucu sen kendi ellerinde doğurdun” suçlamasına maruz kalmaktadır.
Sonra, bu süreçte kim kiminle yanyana duruyor sorusu doğru cevaplandırılmadan içine girilen savaşın - mücadelenin her ne ise, sağlıklı bir kuvvet değerlendirmesi yapılamaz ve bu sağlıklı yapılmadığı takdirde de, belki de her iki taraf için az hasarla sonuçlanabilecek bir süreç, her iki tarafa, ve ötesinde Türkiye’ye büyük hasar verebilir.
Şevket Eygi’nin, Habertürk gazetesine verdiği demeçte ilgi çekici bir cümle vardı, “Cemaat gemileri yaktı, ama kıyıda değil denizin ortasında” diyordu. Bu gerçek midir? Bence şu anda Camia tarafından yapılması gereken en hayati değerlendirme budur.
Benim gözlemim şu:
Şu anda Camianın duruşuna en hasbi olarak sahip çıkan kesim, tabiatıyla Camianın en bağlı insanlarıdır.
İkinci halka, Camianın hizmetleri ile bir şekilde alakalı olmakla birlikte, Hükümete ve Tayyip Erdoğan’a kılıç sallanılmasından büyük rahatsızlık duyan çevredir. Bunların duygu dünyası çok karmaşıktır. Ama şu söylenebilir: Bunlar, olayın Hükümete ağır bedel ödetecek bir noktaya gelmesi durumunda Tayyip Erdoğan’dan ve Hükümetten yana olacaklardır.
Bir grup, Hükümeti sarstığı ölçüde gerilimi desteklemekte, Hükümet bu yapıyı tasfiye ettiği ölçüde de Hükümete destek vermektedir. Yani “yesinler birbirini” modundadır.
Bir grup için asıl tehlike Tayyip Erdoğan ve Ak Parti hükümetidir. Bu grubun bir kolu uluslararası odaklarla buluşmakta, bir kolu içeriye uzanmaktadır. Bu yapının, İslam dünyasındaki tüm İslam eksenli gelişmelere, tüm bağımsızlık hareketlerine karşı olduğu, Türkiye’de, bağımsızlıkçı islami birikimin iktidar olmasını, tüm bölge için özendirici olmak hasebiyle tehdit algısı içinde gördüğü bir gerçektir. Bu “kötü örnek” ortadan kaldırılmalıdır!! Yaşanan hadisenin bu çevre tarafından, sadece Tayyip Erdoğan’a ve Ak Partiye diz çöktürme süreci olarak okunduğundan adım kadar eminim ve belki de Camia için bu süreçte o çevreye malzeme olacak her görüntü en çarpıcı tarih notu olarak düşecektir.
İçerde Camia, tek başınadır. Tayyip Erdoğan ise düne kadar Hizmet Camiası ile olduğu gibi diğer tüm muhafazakar çevrelerle daha çok irtibat halindedir. Diğer tüm hizmet grupları, bu dönemi, kendi hizmetleri için olağanüstü nefes alma dönemi olarak görmekte ve bu iklimin oluşmasında Erdoğan’ın rolünün altını çizmektedirler.
Şunu biliyorum: Anadolu’da pek çok evde, Başbakan’ın başına bir şey gelmemesi için dua edilmektedir.
Bir şey daha: Hükümetin ve Tayyip Erdoğan’ın başına bir şey gelmesi, mazlum İslam coğrafyalarında derin hüzün, küresel güç odaklarının yuvalarında sevinç oluşturacaktır.
Bunları görmeden olay doğru değerlendirilmiş olmaz. Benden söylemesi.