Gelişmeleri yakından izleyen Cemaat’e uzak durmayan bir dostumun, “Bu süreçten Cemaat yenilgiyle çıktı ve galiba göreceği zarar da büyük olacak; ama sor bakalım neden böyle oldu?” sorusu ilgimi çekti. “İşte soruyorum” dedim: “Neden böyle oldu?”
Kısa cevabı şu: “Medyasına, gazetelerinde yazanlara, televizyonlarında yorum yapanlara ve Twitter alanını tepe tepe kullananlara aşırı güven yüzünden.”
Dostuma göre, medya olağanüstü vahim bir misyon üstlenmiş süreçte.
Bana uzun uzun anlattıklarını Kulis hacmiyle yazmasını istedim. Aşağıda okuyacaklarınız dostumun gönderdiği rapordur:
***
Yaşanan süreçte bana ‘muamma’ gelen, bugünden geriye dönüp baktığımda ‘17 Aralık süreci’ sırasında zihnime takılan ve o gün bugündür aklımı zorlayan pek çok nokta var.
İlki şu: Fethullah Gülen kendisini ziyaret eden misafiri eliyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ulaştırılmak üzere verdiği mektupta olağanüstü yumuşak ifadeler kullanmıştı. Sertliğin karşılıklı tırmandırılması niyetinde olmadığını belli ediyordu. Buna karşılık, mektubun Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahiline girdiği gün (25 Aralık) 21 kişiyle ilgili yasal süreç başlatıldı.
‘Cemaat’in ikinci hamlesi’ olarak görülen ve Tayyip Bey’i niyetten kuşkulandıran bu girişim neyin nesiydi?
Aralarında Cemaat’in hep olumlu yaklaştığı farklı dini grupların saygın isimleri ile hizmetlere katkılarıyla bilinen işadamları da vardı o 21 kişilik listede. Cemaat ikinci hamlesiyle yalnızca Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’ye değil, çok daha geniş bir kesime karşı tavır almış oldu. Yani cephe genişletti. Bunun anlamı neydi?
Pensilvanya’ya giden konuklar bazı siyasetçilerin sevilmediği, bazılarının da sevildiği kanısıyla Türkiye’ye dönmekteydiler. Sevilenler arasında iki isim özellikle öne çıkmaktaydı: Abdullah Gül ile Melih Gökçek.
Mektupta olağanüstü saygılı sözcüklerle kendisine hitap edilen Cumhurbaşkanı Gül ile Ankara belediye başkanı Melih Gökçek de Cemaat adına olduğu varsayılması gereken medya hücumlarından nasiplerini aldılar. Melih Bey kendisine yönelik tavırdan söz ederken bir ara gözyaşlarına bile hakim olamadı; o kadar üzücüydü hücumlar.
Neydi bunun sebebi?
Süreç boyunca Washington ve Brüksel başta olmak üzere Batılı başkentlerden hükümet karşıtı mesajlar yoğun biçimde geliyordu. Mesajları okuduğumda, görüş açıklayanların sanki biraz önce kendilerine aktarılmış bilgileri demeç olarak verdiği hissine kapılıyordum. Seçim oldu, Batı’dan mesaj trafiği bıçakla kesilmişe döndü; Washington’dan çıkan “Unutun Pensilvanya’daki zatı” açıklaması dışında.
Washington Cemaat konusunda 2010 öncesi tavrına döndüğünü ilân etmiş oldu o açıklamayla. 2010 öncesinde, ‘yabancı dinadamı’ kontenjanından verilen vizeyi uzatmaya yanaşmayarak ve her ay kendisini ziyaret eden Cemaat öndegelenlerinin vizelerini iptal edip gelenleri ilk uçakla geri göndererek, Fethullah Gülen’i Türkiye’ye dönmeye zorluyordu ABD.
Benzer bir tavrı şimdilerde de benimseyebilir Washington.
Kendilerine aldatılmışlık hissi yaşatanın kulaklarına yanlış bilgiler fısıldayan ‘gazeteciler’ olduğu kanaati Batı ülkeleri siyasileri ve bürokratlarına hâkim sanırım. Daha önce ‘çat kapı’ gelenlere şimdi randevu vermiyorlarsa şaşırmam.
En şaşırtıcı açıklama, seçim sonrasında Pensilvanya’dan geldi. Öncesinde Türkiye’deki medyası aracılığıyla mesaj vermeyi yeğleyen Fethullah Gülen, sonrasında, kendi internet sitesine, “Kasetler, tapeler yoluyla sonuç almaya çalışmak bizim meşrebimize aykırı” anlamına gelecek bir görüş açıklattı.
Dört ay boyunca, hepimiz, telefon görüşmelerine kulak verme ve ortam dinlemeleri yoluyla elde edilmiş ses kayıtlarının Cemaat’le ilişkili olduğunu düşünüyorduk halbuki. Neden böyle düşünüyorduk? Cevap basit: Yakın medyanın onlara sahip çıkması yüzünden.
Sanıyorum, Pensilvanya, “Biz yapmadık, onlar yaptı” mesajı veriyor. Medyayı dışlamanın arkasının gelmesini de bekliyorum.
***
Dostumun raporu bu. Makul gelse bile, yaşananları bir gazeteci grubunun yerli-yabancı bürokratları manipüle etmesine bağlamanın hayli saf bir yaklaşım olduğunu kayda geçirmek isterim.
Washington aldanır, Brüksel de... Pensilvanya aldatılır mı?