Olağanüstü halin içindeyiz. Bunun uygulayıcılara olağanüstü tasarruf imkanı sağladığı açık. Uygulayıcıların içine siyasi irade, onun emrindeki emniyet birimleri ve bağımsız yargı giriyor.
Olağanüstü hale, bir darbe girişiminin peşinden girdik.
Darbe girişiminin sonuçlarını tasfiye zarureti, olağanüstü hali kaçınılmaz kıldı.
Olağanüstü hali Ak Parti hükümeti yürütüyor.
Ak Parti başından beri demokratikleşmeyi geliştirmeye çalışan bir siyasi yapı. Çünkü Ak Parti’nin içinden geldiği siyasi çizgi, hep anti demokratik baskılara maruz kalmış.
Onun için yola, kökenindeki siyasi hareket (Refah çizgisi)’ten farklı olarak, mesela AB normlarını Türkiye’ye getirme iradesiyle çıkmış. Kopenhag kriterleri, siyaset üzerindeki askeri vesayeti kaldırmayı önceliyor. Siyaset üzerindeki askeri vesayet demek, türkiye söz konusu olduğunda dindar toplum kesimlerinin siyasete uzanan varlığını, sık sık parti kapatma dahil olmak üzere, denetim altında tutmak demek.
Ak Parti’nin 2007’de e-muhtıraya muhatab olması, 2008’de kapatma darbe girişimi ile karşı karşıya kalması da, nasıl bir siyasi zeminde yol aldığının göstergesi.
Bunları aşa aşa geldi 2016’ya.
Darbe girişimi Ak Parti’nin karşı karşıya kaldığı en büyük sınav oldu.
Darbe girişimi, devletin içinden gelen tehditti. Ak Parti 14 yıldır iktidardaydı, darbe girişimine katılanlarla içiçe ilerlemişti, bir kısmına devlette etkinlik sunmuştu ve bugün arkadan hançerleniyordu.
Tedbirler kaçınılmaz olarak olağanüstü nitelikte olacaktı.
Olağanüstü bir temizlik gerekiyordu.
Ama zor bir temizlik olacağı da muhakkaktı bunun.
Zor ve temizliği yapanların imajını etkileyecek bir temizlik.
Temizliğin kirli bir yapıya yönelik temizlik olarak algılanması gerekiyordu öncelikle.
Başbakan, olağanüstü halin ilk ilan edildiği günlerde “Devlet millete değil, kendisine olağanüstü hâl ilan etmiştir” demişti.
Bu önemli bir zihinsel çerçeve idi. Belli ki sayın Başbakan olağanüstü halin geniş toplum kesimlerini tedirgin etme riskini görüyor, bir anlamda topluma güvence veriyordu.
İşin riskli yanı, evet darbe girişimi devlet bünyesindeki yapılanmanın sonucu idi ama, o yapının farklı örgütlenmelerle toplumun kılcal damarlarına girmiş olması vakıası idi.
Bir diğer risk alanı, AK Parti’nin toplumsal tabanının da, darbe girişimine kalkışan yapının toplumsal uzantılarının da dini zeminde içiçe girmiş olmasıydı.
Evet, darbe girişimi gibi, bugüne kadar dini alana kemalist zorbalığın müdahalesi demek olan bir facia, şimdi, yine dindar bir kadroya karşı fakat din ile bağlantılı bir ekip tarafından icra edilmişti. Yani kemalist mantık bu defa dini bir cemaat hüviyetiyle devreye sokulmuştu.
Kim soktu, iç - dış hangi odaklar bu yapıyı kurguladı, bunlar henüz tam netleşmiş değil, ama açık bir kullanılmanın vakıa olduğu kesin.
Sonuçta ülke, belki de Ak Parti’nin hiç istemeyeceği bir olağanüstülük içine girdi.
İstemeyeceği, dedim, neden peki?
Çünkü olağanastülük de bir partinin tarihi akışı içinde bir imaj üretiyor.
Yani elinize farklı bir enstrüman geçtiğinde nasıl bir iktidar oluyorsunuz, sorusunun cevabı yazılıyor olağanüstü dönemde siyasi kariyerinize.
Diyelim “makul şüphe”yi nasıl kullanıyorsunuz, diyelim yargı ne hale geliyor, diyelim emniyet birimleri, gözaltılar, sorgular nasıl cereyan ediyor, normal şartlardaki iktidarınızla olağanüstü hal durumundaki iktidarınız nasıl farklılaşıyor?
Böyle ortamların, insanları, siyasi kadroları “Bir şekilde punduna getirsem” psikolojisine sevketme riski her zaman var.
Güç buluyorsunuz ve gücü sınırlama gibi bir disiplin ihtiyacını hissediyorsunuz. O disiplini içinizde bulabilecek misiniz?
Böyle zamanlar “Öldür, öldür” seslerinin yükseleceği zamanlardır.
İnsanın kendini tutması apayrı bir erdemdir.
“Acımasız olacağız!”
Sayın İçişleri Bakanı bunu teröristlere karşı söylüyor. Teröristler böyle bir irade beyanından ne kadar etkilenir bilmem, ama bunun olağanüstü dönem imajı olarak Hükümete yapışma riskinin dikkate alınması gerekir kanaatindeyim.
“Acımasızlık” yapışmasın Ak Parti’nin üzerine bu olağanüstü dönemde demek istiyorum özetle.