Bu haftaki 'hasbihal'i uzun bir mesaj dolayısıyla ve de hepimizi ilgilendiren bir konu etrafında gerçekleştirelim:
*Kıbrıs Barış Harekâtı Gazisi, Em. Pilot Binb. Mehmed Yıldırım:
Merhaba Ağabeyim;
Yazılarınızı devamlı takip eden bir okuyucunuzum. 2 Aralık tarihli yazınızda PKK'nın Suriye'deki uzantısı örgütün başında olan Salih Müslim için kullandığınız, "Kürdçü" ifadesi için, 'doğru olsa bile, Kürd kavminden olanları rahatsız eder' diye yazmıştım. Siz de geçen haftaki 'hasbihâl'inizde bu konuya yer vermiştiniz. Verdiğiniz bilgilere teşekkür ediyor ve tesbitlerinize de virgülüne kadar aynen katılıyorum. Zaten ben de zâtınızın bu konuda çok hassas olduğunuzu bildiğimden rahatlıkla yazıyorum.
Benim arz etmek istediğim husus, Kürd kardeşlerimizin, bu PKK'lılara Kürd denilmesine, kendilerinin de aynı kategoride görüleceği sebebi ile bir tarafmış gibi anılmaktan rahatsız olduklarını belirtmekti. Ve Suriye ve Irak'taki Kürd halkları da bu örgütü Kürd örgütü olarak kabul etmiyorlar.
Çünkü bu örgüt 'çok uluslu'dur. İçlerinde, çeşitli etnik kökenlerden farklı tipler var. Ermenistan'da da PKK için birçok imkânlar vardır.
Bu yüzden şahsen, ben bunlara, 'Müslüman dünyasıyla hesaplaşmak isteyen emperyalist güçlerin köleleri' demeyi tercih ediyorum.
Bu örgüt ve patronlarının asıl maksadı, Kürd etiketiyle, başta Türkiye olmak üzere Suriye, Irak ve İran gibi ülkeler için, Doğu Akdeniz bölgesi üzerinde hak iddia edebilmektir. Maksad da, o coğrafyalarda, nüfusça kalabalık bir kitle olan Kürd halkının adını kullanarak, olabilecek azâmî topraklar üzerinde hak iddia etmek.
Ben sivil havacılıkta Erbil, Süleymaniye gibi havaalanlarına da uçmuştum. Oralarda
havaalanı yer hizmetleri veren Arab veya Kürd hiç kimse yoktu. Ya, Ermenistan, ya da İsrail kimliği taşıyan kimseler görüyordu, yer hizmetlerini.
Evet... Bu okuyucunun uzun ve amma düşündürücü mesajını ancak bu kadar özetleyebildim.
*
(Parantez içi olarak da ekleyelim: İsrail ve o kurulmadan önce de sionizm, zâten, Müslüman dünyasındaki etnik-kavmiyetçi cereyanların fitilini ateşleyen bir fitne odağı idi. Çünkü Ortadoğu'ya yer edebilmesi ve orada kalabilmesi için, bu coğrafyadaki Müslüman halkları inanç birliğinde uzaklaştırıp, dil farklılığına göre birbirlerine düşman etmeyi denemiş ve büyük çapta maalesef başarılı da olmuştur. Düşünelim ki, David Emile Durkheim isimli ve sosyolojinin büyük isimlerinden sayılan ünlü sionistin şakirdi olan ve onun düşünce tarzının metodlarını kullanarak 'Türkçülüğün Esasları'nı yazan Ziya Gökalp, ilkokula başlarken, Diyarbekir Sibyan mektebine, -o yörede konuşulan Kürdçe lehçelerinden birisi olan- 'Kurmanç lisanına vâkıf Muhammed Tevfik Ziya Efendi' diye kaydediliyordu.)
*
- Biz de ekleyelim. Meselâ, Ermenistan Anayasası, hâlâ, Batı Ermenistan'dan bahseder. Bununla, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin tamamı, İç Anadolu ve Klikya dedikleri Adana civarı. Hattâ, Büyük Ermenistan diye bir hayalleri var ki, (Üç deniz arasında bir Ermenistan) diyorlar; -Ermeniler değil, 'Ermeniciler.' 'Hazar Denizi, Karadeniz ve Akdeniz' arasında. Doğu Karadeniz'e, ulaşmayı, sonra da, İran'ın da kuzeyinden, Tebriz'in batısından Urûmiye üzerinden Irak'ın kuzeyine ve oradan da Suriye'nin kuzeyinden taa Lazkiye'ye ve Akdeniz'e.'
'Üç deniz arasında büyük Ermenistan' dedikleri hayalleri, bu.
Bu hayalin haritasını bile çizmişlerdir.
*
Bu vesileyle asıl ölçümüzü tekrar koyalım ortaya:
Biz Müslümanlar olarak, insanların etnik köken ve dilleri arasındaki farklılıkları Kürd, Türk, Arab, Ermeni, Gürcü, Peştun, Belûç, Rus, Bulgar, Yunan, Alman, Fransız, İngiliz, zenci, beyaz, sarı ve Kızılderili, vs. bütün bu insanların farklı etnik yapılarda olmasını hikmet-i ilâhî'yle izah ederiz. Esasen Kur'an-ı Kerîm de, insanların, kavim ve kabilelerin birbirlerini daha iyi tanımaları için diye bildirmektedir.
*
Ve Müslümanlar, asırlarca, ırk, renk, kavim farklılıkları ve onlar arasında üstün veya düşük nitelikli gibi ayırımlar yapılmasını asırlarca reddetmişlerdir, çünkü Şeriat-i İslâm, yani İslam Kanununda öyle bir ayırım yapmak haramdır.
Biz Müslümanların ismi, İslâm Millet, İbrahim Milleti'dir.
Bazıları, buradaki millet kelimesini sadece din olarak anlıyorlar, ama o inancı paylaşanlar için de kullanılan bir terimdir, bu. Ve Osmanlı'nın o kadar uzun süre ve güçlü bir şekilde olmasının temelinde de işte o inanca ve insanlar arasında ayırım yapmayan o yüce ve asil anlayış etkili olmuştur.
*
Bu vesileyle, aktarayım. Şimdi hayatta olmayan bir ünlü mütefekkirimiz, 'Peygamber Arab olduğu için, Arabı sevmek gerekir.' gibi bir cümle yazmıştı, 40 küsur yıl öncelerde. Halbuki Ebu Cehl de, Ebu Leheb de 'arab' idiler. Ebu Leheb, üstelik bir de Hz. Peygamber (S)'in amcası idi ve amma, biz onu, Kur'an diliyle tel'in ederek anıyoruz; 'İki eli kurusun.' diye. Evet, 1400 sene öncelerde ölen o kişiden hiç birşey kalmamışken, öyle denilmesini bazıları anlamamıştır; ama orada lânetlenen o kişi değil, onun temsil ettiği zihniyettir.
Bu bakımdan, o merhûm zâta, bu sözünün yanlışlığını dolaylı olarak ve merhûm Muhammed İqbâl'in, 'Her kim, Peygamber Arab olduğu için Arabları sevmek gerekir.' dese, İslâm'ı anlamamıştır.' şeklindeki ve 100 yıl öncelerdeki bir sözünü hatırlattığım zaman, 'Ne demek istiyorsun yani?..' demiş ve ben de, 'Aklıma geldi de söyledim' diyerek, geçiştirmiştim.
Evet, biz, Muhammed İqbâl'in deyimiyle, 'Tevhîd gülistanında çeşitli renklerde açan güller ve çeşitli seslerle şakıyan bülbüller hükmündeyiz. Ve bu gülistan'da ses, renk ve koku ayrımı yapmak haramdır.'
Hz. Âdem ve Havvâ'nın çocukları olmaları hasebiyle, aralarında hiç bir ırk, renk, kavim, kabile mensubiyetine bakmadan, ezelden ebediyete akıp giden beşeriyetin her bir mensubunun eşit olarak yaratıldığını ve hiç kimsenin de dünyaya geldiği zamanı, mekânı, ırkını, dilini, cinsiyetini, ana-babasını, sosyal çevresini, kendisinin belirlemediğine inanan Müslümanlar olarak, bütün insanlara; eşit nazarla bakmakla mükellefiz.
Kur'an-ı Mubîn, bize, (En üstün ve faziletli olanınız, Allah'ın emir ve yasaklarına en çok dikkat edeninizdir.) meâlindeki, 'inne ekremekum indallahi etqaakum' âyetindeki ölçüsünü vermektedir, çünkü.
Ezelden ebediyete değişmeyecek olan en asil insanî anlayış da budur.
*