Dersim- Çemişgezek'ten Ahmet Yamanoğlu diyor ki: 'Kılıçdaroğlu, CHP ve onun arkasına takılanlarca 'C. Başkanı adayı' olarak gösterildi de, şimdi ortada bir 'namus ve şeref' sözü kaldı.. Çünkü Kemal Bey, 'Partili cumhurbaşkanı olmak, benim namus ve şeref anlayışıma aykırıdır' diyordu.. Üstelik de onun ilk ve ikinci genel başkanı, o genel başkanlık sıfatlarıyla, Cumhurbaşkanı da idiler.. Kaldı ki, T. Özal, A. Gül ve T. Erdoğan dışında kalan önceki bütün C.Başkanları da, kafa yapıları itibariyle, CHP'nin temel ilkelerine bütünüyle bağlı kimseler değil miydi?'
Evet, herkesin de merak edeceği bir konu.. Sahi, şimdi bunlara ne diyeceksiniz KK Bey? Hani C. Başkanı Yardımcıları, 'seçimsiz' geldikleri için, 'memur statüsündedirler, siyasî tartışmalara katılamazlar' diyordunuz. Şimdi daha seçim olmadan peşinize taktığınız liderleri Başkan Yard. yapacağınızı taahhüd ettiğinize göre, onlar seçilmezlerse o zaman ne olacak?
İstanbul'dan Kerime Akmanoğlu diyor ki: Meral Hanım, konuşmalarında Erdoğan için kullandığın ve eleştiri sınırlarından da öteye, edeb sınırlarını bile zorlayan sözleri kullanmaktan çekinmezken.. Hattâ bazı karşıtlarını, 'Mafya babalarına teslim olmak'la suçlarken, 'kumar masası' nitelemesini yaptığın o entrika tezgâhına, iki gün sonra seni kim tehdit etti de, utanmadan tükürdüğünü yalayıp geri döndün? Ve hani sen, kimseden korkmazdın! Hattâ İstanbul'daki bir parti binanızın camına çarpan bir polisiye vakasındaki mermiyi bile kendinize sıkılmış gibi gösterip, Erdoğan'ı suçlayarak kahramanlık gösteri yaptınız. Hâlbuki asıl kahramanlığı Erdoğan'dan özür dileyerek gösterebilirdin..
Ama Meral Hanım, hele de o 'kumar masası'na ani dönüşünü, korkutmanın dışında neyle izah edebilirsin? Bu, 'siyasî fırıldakçılık' değil de neydi? 'Ülkenin hayrı için, gerekirse onurumu da ayaklar altına atarım..' kabilinden bir söz söylemiştin.. Söyler misin, 'kumar masası' dediğin yere 2 gün sonra dönmek, onurunu ayaklar altına almak değil mi ve o 'kumar masası'na seni kim geri oturttu öyle?
'Bilmem kaç kocalı Hürmüz'ü çağrıştıran o '6-7'li Masa'dan kalkıp, hışımla, 'kumar masası' demişken, Biden ve adamlarından veya Atlantik ötesindeki diğer baskı odaklarından meselâ 'Pensilvanya'dan ya da Y. O. isimli eski bir ülküdaşının senin hakkında 'elinde olduğunu söylediği dosyayı açıklayabileceğinden mi korktun? Yoksa 'iman tazelemek' için gittiğini söylediğin bir kabir ziyaretini mi yenileyip, 'iman mı tazeledin?'
Ben de yıllar yılı Siyasî Bilimler okudum ama senin gibisini görmedim Meral Hanım..
Birkaç okuyucu, geçen haftaki 2 Nisan tarihli Hasbihâlde, 1973-74'deki 9 aylık Ecevit-Erbakan Koalisyonuyla ilgili olarak, 1973 seçimleri sonucu diye verdiğim rakamların yanlış olduğunu yazmışlar.. Doğrudur, 1977 seçimlerinin sonucuna aid sonuçları yazmışım, yanlışlıkla.. İ'tizâr beyanıyla belirtirim.
Erzincan'dan İsmail Polat yazıyor: Geçenlerde, eski bir başbakanın '6-7'li Masa' partilerinden birinin genel başkanı olarak verdiği iftara, Müslümanların inançlarıyla 100 yıldır mücadele içinde olan bir başka partinin liderleri ve yardımcıları da katılmış..
Ona bir diyeceğimiz yok.. Ama 'Müslüman' kimliğini bildiğimiz bir akademisyenin de o davete gitmesine eseflenmemek elde değil.. Biz bunu ona yakıştıramadığımızı düşünürken, o kişi bir de baskın çıkıp da, davet edildiği o masada yerini almakla, kendisinin savrulduğunu görmek yerine; 'Müslümanların, inanç değerlerini nerede ve ne kadar kullanacakları konusunda hatalar içinde olduğunu' söylemeye yeltenmiş.. Gerçekte ise böylece, kendi siyaset anlayışı içinde inanç değerlerinin yerinin olmadığını söylemiş oluyor. O zaman, hangi değerlerden bahsediyorsun, efendi?
!!!..
Abdullah Tanrıverdi, 3 Nisan tarihli yazınızda değindiğiniz, 'Tekebbür gösterene, tekebbür göstermek, sadaka hükmündedir' sözünün 'hadis' olduğu konusunda kaynak nedir?
Müslüman kötülüğe de, iyilikle mukabele etmeli değil mi?
Bu söz, hadis olarak tekrarlanır Müslümanlar arasında.. Ama kaynağını şu anda belirtecek durumda değilim.
Ancak, Müslümanı aşağılayan, onları sindirmeye, boyun eğmeye çalışan bir takım kişi veya kadrolar karşısında, dik durmak, eğilmemek, iyilik ve güzellik değil midir?
Bilâl Sungur Silvan'dan yazıyor:
'Seçim günü ve oy sayımı sırasında manipülasyon yapacağını' şimdiden öngörüp keşfeden (!) ve zihinleri bulandırmaya çalışan Selahattin Demirtaş, İletişim Başkanı Fahreddin Altun'a hitaben, 'Bu kadar hızlı gitme derim Fahrettin. Bir an dönüp bakacaksın ki, arkanda ordu falan kalmamış, hepsi firar etmiş. Herkes kaçar, kurtulur, olan sana olur.' dedikten sonra Kürtçe olarak da şu cümleyi yazmış:
-Çima diya te ji te re qet negotiye, kuro Fexredîn (Annen sana, oğlum Fahreddin hadiselere karışma! diye hiç söylemedi mi?)
Fahreddin Altun, gerçi karşılığını verdi. Bazıları bunda tehdit yok diyor ama öyle de anlaşılabilir.
Ama belki de Demirtaş'a annesi öyle demiştir.. Ama o, yine de o, Kobani Meselesi gündeme geldiğinde ve 100 binlerce insan sınırı geçip bu tarafa gelirken, gelenlere ev sahibliği yapılması çağrısı yerine, halkı sokağa dökülmeye çağırmış ve çıkan karışıklıklarda 50'den fazla insan ölmüş, hattâ Kurban Bayramı günlerinde kurban eti dağıtan Yasin Börü isimli 15 yaşlarındaki bir çocuk bile, karşı taraftan olduğu düşünerek öldürülmüştü. Sonra da Demirtaş, 'Benim kusurum ne?' diyor.
Kısaca, meselenin özü şudur: Herkes hele de siyasetçiler, sözlerinin gücünü göstermek isterken, ortaya çıkan tablonun sorumluluk ve bedelini de üstlenmek zorundadır.
M. Mert Irmaklı isimli okuyucu da 3 Nisan tarihli yazımızda değindiğimiz konu üzerine şöyle yazıyor:
'J.G.Jung'un yazıda nakledilen secde tecrübesini teyiden, 40 sene öncelerde, Almanya'da bir arkadaştan dinlediğim bir konuyu önemine binaen paylaşayım: Türkiyeli bu arkadaş, Müslüman olmuş bir Alman kızla evlenmiş ama bir süre sonra boşanmışlar. Eşinin, evli oldukları dönemde namaz kıldığını ama namazda secde etmenin kendisine çok zor geldiğini, bu hareketi kabullenemediğini itiraf ettiğini bir kaç kez bana anlatmıştı. Kızın bunu niçin o kadar problem ettiğini doğrusu anlamakta zorlanmıştım. Ama demek ki farkında olmasak da namaz ile bir büyük eğitim de alıyoruz, Elhamdülillah!'
...
Ve ebediyet yolculuğuna çıkan bir hocamıza dair de birkaç satır:
Urfa'nın yiğit evlâdı İbrahim Halil Çelik dostumuzun, İslâm dâvasının yüz akı olduğunu söylediği ve hocalık ve müftülük yaptığı yıllardan beri tanıdığını belirttiği Ahmed Doğan Hoca'nın vefatı üzerine yazdığı uzuuun yazıdan bir özetleme sunmak istiyorum..
İbrahim Halil Çelik, 40 yıllık dostluğuna dayanarak yaptığı hüsn-i şehadete göre, ilmiyle âmil bir zat olan Ahmed Doğan Hoca'nın, son büyük depremde Adıyaman'da, küçük kızını da ebedî hayata gönderdiğini, 'kızının vefatı üzerine taziye ve teselli için telefon ettiğini belirtirken, 'Ben onu teselli edecekken, o acısını kalbine gömmüş bir baba olarak, 'Kurban! Allah verdi, Allah aldı.. ' cevabını vererek beni teselli etti, bir hoca olarak..' diyor.
'Yalnızca Allah'a teslimiyet' inancı, ne güzel bir ilticagâh ve sabır sığınağıdır.
Bu yiğit âlimin fâni hayat yolculuğu ardından, 'Biz Allah'tan geldik, dönüşümüz de O'nadır' mealindeki 'İnnâ lillahî ve innâ ileyhi râciûn..' ayetini okuyor, 'rahmet-i ilâhî'nin ona yoldaş olmasını diliyorum.