İzmir'den Turgut Yolalır diyor ki: 'Ramazan'la ilgili yazınızdan istifade ettim. Ben de, Ramazan'ları daha çok yemek için değil, daha az yemek için bir fırsata dönüştürmeye karar vermek istiyorum. Ama yapabilir miyim, bilmiyorum. 110 kiloyum ve bir türlü veremiyorum şu lânet olası kiloları..
Bazen öyle oluyor ki, kendimden bile iğreniyor ve kendimi bir 'doldur-boşalt, 'lağım kanalı' gibi görmek noktasına bile geliyorum ve öyle anlarda, yemekten bile uzak durmak noktasına geliyorum. Ama sofraya oturunca, kendimi bir türlü yine frenleyemiyorum. Yediklerimin fazla olduğunu biliyorum ama 'yürüyüş yaparak fazla kalorileri atarım ' diyorum, hiç faydası olmuyor.. Evde her yemekten sonra sabit bisikletle 1 saat kadar çalışıyorum, kan-ter içinde kalıyorum ama yine zayıflayamıyorum. Sonra o kadar çabalardan sonra, oturup kendime bir defa daha ziyafet çekiyorum.. Buzdolabında ve mutfakta bol miktarda olan yiyecekleri gördükçe, 'bir lokmadan bir şey olmaz' diye atıştırıyorum.
Bu 'çetin müşkül ve dert'ten kurtulmam için ne yapmalıyım?
-Kardeşim, bu gibi konular, tıbbî açıdan, diyet uzmanlarının işidir ama sen aslında çarenin ne olduğunu kendin de zımnen ifade ediyorsun..
Ancak, bazı 'şeker /diyabet' rahatsızlığı olanlar, canlarının istediği her yiyeceği sofralarına koyar ve sonra da derlermiş ki: 'Bak, burada canımın istediği her şey var, yiyebilirim.. Ama sonrasında en ağır bedeli ben ödeyeceğim..' ve böylece, o yiyeceklerden kendi iradeleriyle el çekerlermiş. Siz de böyle bir yöntemi uygulayın diyeceğim ama 'Yiyecek bir şey bulunca, azıcık da tadına bakayım' gibi bir durumunuz var.. Kendinizi frenlemekte zorlandığınıza göre, evinizde yiyecekleri en az miktarda bulundurun; korkmayın, aç kalmazsınız.. Evde bir şey bulamadığınız zaman, evinde yiyecek bir şeyi olmayanları düşünün ve dışarda bir şeyleri yine bulacağınız da imkânsız değildir; hele de şehirde yaşadığınıza göre..
Ama ondan da önce, Hz. Peygamber (S)'den gelen ve ' sofradan daima, tam doymadan ve gözünüz yemekte olarak kalkınız..' şeklinde gelen bir rivayeti ölçü alınız..
Hayırlı tavsiyelerden ve güzel örneklerden hareketle, soyadınıza uygun olarak 'iyi yolalış'lar dileğiyle..
Kerem Ilgazlı isimli okuyucu ise diyor ki: 'Ramazan yazınızda, 300 yıl öncelerdeki Fransız düşünürü Voltaire'in 'Felsefe Sözlüğü'nü de kaynak göstererek, ondan bazı cümleler aktardınız. Ben, Fransız edebiyat ve düşünce hayatıyla da ilgili olan meşguliyet alanım gereği, o 'Felsefe Sözlüğü'nün iki cildini de okudum. Ama öyle bir yer vardı da benim mi dikkatimden kaçtı bilmiyorum.'
-Ben oradaki sözleri özetle, kısaca aktarmıştım. Voltaire'in 'Felsefe Sözlüğü'nün 2'nci cildinin 570'nci sahifesine bakınız. Orada daha teferruatıyla şöyle diyor: 'Türk kardeşime diyeceğim ki: 'Tanrı'ya şükredip, seninle şöyle bir güzel pilavlı tavuk yiyelim; senin dinin bana çok saygıdeğer bir din gibi görünüyor; bir tek Tanrı'ya tapıyorsun, her yıl gelirinin kırkta birini zekât olarak vermek, bayram günün de düşmanlarınla barışmak zorundasın. Bütün dünyaya iftira eden bizim yobazlar senin dinin hakkında (...) yalan söylemişler; senin dinin çok sıkı.. Günde beş kez namaz kılmayı, dünyanın en zor orucunu tutmayı, bizim papazların tadını çıkardıkları şarapla likörleri hiç ağzınıza koymamayı buyuruyor; ancak dörde kadar kadınla evlenmek iznini, o da dört kadına birden bakacak durumda olanlara veriyorsa da, böyleleri zaten pek azdır; bu sınırlamayla (...) cariyeleri hesaba katmadan, yedi yüz kadın alınmasına izin veren Yahudi dininin aşırılığını kınamış oluyor..'
Evet, sizin Voltaire'in 'Felsefe Sözlüğü'nde olup olmadığı konusunda şüpheye düştüğünüz bölümden bir kesit böyle..
Voltaire, yine aynı sözlüğün 2. cildinin 569. sahifesinde ise, Fatih Sultan Mehmed'le ilgili olarak da şöyle diyor: '(...) II. Mehmed İstanbul'u aldığı zaman, Rumları puta tapar saymakla beraber, dinlerini değiştirmeye hiç zorlamadı. (...)Birçok vakıfları, birçok piskoposlukları olduğu gibi bıraktı.'
Sanırım bu aktarmalar kâfidir.. Evet, İslam ve Müslümanlar hakkında başka eserlerinde çok ağır ifadeler kullanan Voltaire'in, böyle tesbitleri de vardır ve Müslümanların imrenilecek hallerinin, başkalarınca görülüp dile getirilmesi ve imrenilmesinden gocunacak bir halimiz de yok..
M. Mert Irmaklı imzalı bir okuyucunun yazdıklarına gelince..
Cuma günkü yazımızın sonunda, 50 yıl öncelerde Erbakan'ın etrafında olduğu zamanlarda saygı duyulan ve Sivas'ta, 1993'deki meşhur Madımak Oteli Faciası sırasında da Bld. Başk. olduğundan, yıllarca 'kaatil..' diye suçlanan T. Efendi'nin, resmî ideolojinin temel çizgilerinden, 1 milim bile sapma olmamıştır, olmayacaktır.' diyerek, kendi partisinin İlk ve İkinci Şefleri'ne bağlılığına devamlı atıfta bulunan KK Bey'in basit kurnazlığına dayanak olmasına ve 'iktidar değişikliği olur diye muhafazakârlar korkmasınlar, bir sigortayız..' şeklindeki sözlerin de değinmiştik..
Bu okuyucu da bu konuya ilişkin olarak diyor ki:
'Bu T.Efendi, 'temelsiz biri'ymiş.. Aynı zamanda şaşkın imiş de.. Bir taraftan 'Tehlike potansiyelini görüp sonra o ihtimale karşı 'sigorta olmak'tan bahsetmek, ne acaib bir mantıkî çelişkidir.. T. Efendi, Müslümana 'dost ve koruyucu' olarak, Allah yeter. 'Ve kefâ billahi veliyyen.'
Zehra Mescioğlu da şöyle yazıyor: 'Sizin aylar öncesinden beri öngördüğünüz '6-7'li Masa' entrikasından 'kumar masası' diyerek kaçarcasına ayrılması üzerine Meral Hanım'ın, kendisine yönelik ağır hakaretlerden hayrete düşmesi ve sonra o 'kumar masası'na dönmesi üzerine yine alkışlanması..
Siyaset bu mudur Allah aşkına?
Aynı durum Erbakan'ın oğlunun başına da geldi. Uzunca bir süre muhalefet çevrelerini umutlandıran açıklamalarından sonra Fatih Bey, Cumhur İttifakı'na yaklaşma görüşmelerine de sert açıklamalarla kapıyı kapatınca, muhalefet cephesi onu daha bir alkışlamış ve amma 2 gün sonra tıpkı Meral Hanım gibi o da çark edip Erdoğan'ın şemsiyesi altına gidince, hakaretler yağmaya başladı. Evet, siyasetin mayasında mı vardır bu anlayış?
Haydi, başkalarını bırakalım ama kendilerini Müslüman olarak niteleyenlerin tepkilerine ne demeli?
Hele de, F. Erbakan'ın son kararından sonra SP'nin gazetesinden E. Ş. isimli bir yazarın ona yazdığı ağır açık mektubda söyledikleri, siyasî partileri bir tekke veya tarikat ve hattâ put hane haline getirenlerin sefil anlayışını sergiliyordu.
Bu kadar tutarsızlık? Pess, doğrusu..
Milâs'tan Kamile Işık yazıyor: 'Geçenlerde bir meşhur ateist yerbilimci, '....(filanca) nın putlaştırıldığı iddialarına ne diyorsunuz?' diye soran öğrencilere, 'Evet, putlaştırılmıştır. Câhil toplumlar putlaştırır..' diye cevap veriyordu ve kendisinden beklenmeyen bir şekilde doğru bir ifadeydi. Daha da ilginç olan, o ateist Prof. kişinin de o sorudaki ismi putlaştıranlardan birisi olmasıydı..