Bu haftaki, 'Hasbihal'de, bir-iki hassas konuya ağırlık vermek gerekti...
Önce, Suudi rejimi le Türkiye arasında, bir futbol karşılaşması efradında icat edilmek istenilen komik bir diplomatik sürtüşmeye değineyim...
Türkiye'nin önde gelen futbol takımlarından ikisi, aralarındaki bir maçı, Suudi ülkesinde yapmak istemişler. Müslüman coğrafyalarının bir bölümünü teşkil eden 'Petro-dolar' zengini bazı rejimler, -başka dertleri yokmuşçasına-, Avrupa ülkelerinin ünlü futbol takımlarının karşılaşmalarını ülkelerinde yaptırıyorlar ve genç nesillerinin, isimlerini öğrendikleri ünlü futbolcuları bizzat seyretmelerine yardımcı oluyorlarmış...
Elbette o takımlar, bu gösterinin karşılığında on milyonlarca dolar alıyorlarmış... O milyonlarca dolara biz de sahip olalım arzusuyla, Türkiye'den iki takım da bu hevese kapılmışlar...
Bu gibi maçlar, önceden FİFA'ya (Uluslararası Futbol Federasyonu) bildiriliyor, kuralları onlar belirliyor ve maçlar da o kuruluşun kontrolünde yapılıyormuş...
Anlaşılıyor ki, Türkiye takımları, seremonilerde, resmî bayraklı tişörtler giymek ve İstiklâl Marşı okumak gibi taleplerini bildirmişler ve kabul edilmiş... Ve amma, Türkiye takımları, bir de bir siyasî liderin portresinin basılı olduğu tişörtleri de giymek istemişler...
FİFA, bunlara izin vermemiş. Bunun üzerine, Türkiye takımlarının başında bulunanlar da, bunu Türkiye'deki yandaşlarına, Suudi rejiminin o liderin resmine karşı çıkmak şeklinde duyurmuşlar... O gerilimi iç kamuoyuna duyurmakta koçbaşı rolü oynadığı anlaşılan birisi de, 'filân liderin resmi yoksa Türkiye de yoktur ve biz de yokuz!' diye hemen özel uçaklarıyla dönmüşler ve taraftarları da, o hassasiyeti alkışlamışlar.
Alın size, yeni bir fitne-engiz tartışma konusu, hem iki ülke arasında ve hem de içeride...
Hâlbuki o takımların yöneticileri, kamuoyunda bir soğukluk ve gerilim değil de bir gönül yakınlaşması isteyecek olsalardı, FİFA'dan, Filistin'de, Gazze'de işlenen barbarlıklara son verilmesi yönünde bir flama açılması izni isteyebilirlerdi. O izin verilmese bile, taraflar ve halklar arasında bir yakınlık ve sıcaklık oluşabilirdi... Ama bunu kalplerinde ve kafalarında putlar taşıyan kimselerin anlamaları düşünülemez.
Müslüman coğrafyalarında şeytanî odakların, böylesine basit konulardan bile yeni entrikalar icat etmek istemelerine şaşılmaz... Kurdun kuzuyu yemek istemesi tabiîdir; şaşılacak olan, bu kuzunun kurda gönül vermesidir.
*
Dün, Birlik Vakfı'nın Çemberlitaş'taki merkezinde, Mehmet Akif'in 87. vefat yıldönümü dolayısıyla yapılan bir konuşmayı dinlerken, yanı başımda oturan bir arkadaş selâmladı ve hemen ardından da, 'İran'dan n'aber?' dedi.
'25 yıldır İran'a gitmediğim için, medyadan takip ettiklerimle sınırlı.' dedim... O ise, 'İnşallah çökerler, emperyalist işbirlikçileri.' dedi, çok iştahlı şekilde...
'Kardeşim, bir toplumun veya bir sistemin yanlışlarına karşı çıkmak ayrıdır, yıkılıp gitmesini istemek ayrı.' diyerek, Mâide Sûresi- 8. Âyet'te yer alan, 'Ey iman edenler, Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adâlet ile şahitlik eden kimseler olun; bir topluma olan kininiz, sizi sakın, adaletsizliğe sevk etmesin..' mealindeki ilâhî hükmü hatırlatmaya çalıştım.. 'Osmanlı'nın parçalanmasından sonra, 1930'larda emperyalistlerin ve kuklalarının hangi Müslüman halklara neler yaşattıklarının başka yerlerde de tekrarlanmasını mı isteyelim yani.' dediysem de, o kişi, iddia ve suçlamalarında devam ediyordu. Herhalde hızını alamamıştı ki, 'Vehhabîler'i de ekledi, yıkılıp gitmesini istedikleri listesine...
Bizim inanç sistemimizde, 'Ehl-i Kıble olanın tekfir edilemeyeceği' ölçüsünden habersiz gözüküyordu. Kendi içimizdeki farklılıkların zail olması temenni olunsa bile, birbirimize karşı şeytanî güçleri sevindirecek tavırlardan kaçınmamak, ne demek oluyordu?
*
Bunun sadece bu tarafta olduğunu sanmayalım... İran medyasında da, hem de halkımızın gönül dünyasında ayrı bir yeri olan bir yüksek bir makam sahibine karşı, yakışıksız saldırı cümlelerinin altına, okuyucu yorumu adı altında çirkin yazılar yazılıyor olması bilinmiyor değil... Onlar da bu tarafa, 'emperyalistlerle işbirlikçisi' gibi temelsiz iddiaları yöneltiyorlardı...
Emperyalist şeytanî güçler, hele de Hristiyanlarla Yahudiler arasında iki bin yıldır süren düşmanlıklarını unutup Müslüman dünya karşısında birleşmişken; Müslümanların da geçmişte yaşanmış acı hadiseleri tekrar tekrar ısıtıp sofraya sürmeleri, hatta birbirlerini ağır şekilde suçlamaları akıl kârı mıdır?