(Pazar günleri, okuyucuların görüş ve eleştirilerine ayırdığımız bu sütunda, bir diğer 'Okuyucularla Hasbihal'e daha, muhterem okuyucuları selamlayarak başlıyoruz.)
(Nasihat ile uslanmayanı azarlamalı; azarlamakla uslanmayanın hakkı ise, kötektir..)
*Ankara'dan Semih Kılıç isimli okuyucu uzuuun mesajında diyor ki: Evvelki gün, Meclis'te, marksizan bir m.vekili, kürsüye çıkar çıkmaz, daha ne konuda konuşacağını belirtmeden; Meclis'te 270 kadar m.vekiliyle temsil olunan ekseriyet grubuna seslenerek, 'Si zhaysiyetsizsiniz,' diye saldırmaya başladı..
Sen geleceksin ve ağzını açar açmaz, 'haysiyetsizler' diye, üstelik de 270 kişilik bir gruba saldıracaksın; onlar da bu ağır hakareti yutacaklar, öyle mi?
'Haysiyetsiz' sözünün karşılığının bir yumruk olmasına şaşılmamalı..
Evvelki akşam, tartışma programlarına baktım, o, 'haysiyet düşmanı' kişiye yumruk atan kişi suçlanmaya çalışılıyordu. Birisi, diliyle, size 'haysiyetsiz' diye şekilde saldıracak ve oradaki, 270 kadar kişi hiç tepki vermiyecek? Mâkul mu bu?
Şahsen, ağzından çıkan sözü tartmaksızın, içindekini kusan kişiye bir yumruk sallayıp haddini bildiren kişiyi tanımasam da, 'Yapılması gerekeni yaptı, eline sağlık..' dedim.
Bu bakımdan, şahsen, Meclis Başkanlık Divanı'nın her iki tarafa da 'kınama cezası' vermesini yadırgadım, doğrusu... Saldırgana karşı, 'Haksız tahrik karşısında, meşru' müdafaa hakkı' yok mudur kişilerin?
Ama, efendim, 'Meclis'in saygınlığı..' lafını geçiniz efendim.. Bundan sonra birileri, başkalarına haysiyetsiz diyecek olursa, bir kere değil, bin kere düşünmelidir..
On milyonlar tarafından seçilmiş olan 270'e yakın bir grubun hepsine birden hakaret eden, ona oy vermiş milyonlara da hakaret etmiş olur.
Üstelik hanımların da olduğu o Meclis'te, en çirkin, en galiz küfürler edilmedi mi geçmişte? Hangi partiden olursa olsun, sokak serserilerinin ağzıyla, küfür edenlerin ağzına bir yumruk indirilse, öyle küfürler bir daha o kadar kolay edilir mi?
Bizim halkımızın güzel bir geleneği vardır.. Bir 'hayvan' ismini bile zikredecek olsalar, 'Sözüm Meclis'ten dışarı.. Affedersiniz..' derler.
--Evet, bu okuyucumun duygularına, kızgınlığına hak vermemek mümkün mü? Unutmayalım ki, o Meclis çatısı altında ne küfürler ve hattâ cinayetler işlendi.. Sırf, bir kişiye muhalif olduğu için, 98 -100 sene öncelerde, Deli Hâlid Paşa diye anılan bir meb'ûs, Meclis'te vurulduğunda, hastahaneye bile götürülmeden, orada bir sedye üzerinde, 2 gün, bağıra-bağıra ölmesine seyirci kalınmadı mı?
Kezâ, sırf, filâncaya karşı daha güçlü muhalefet etmek için, yeni bir matbaa makinesi getirten Ali Şükrü Bey'in o matbaası, o zamanki bir zorba tarafından verilen emirle tahrib ettirilmekle yetinilmeyip, Trabzon'un o yiğit Müslüman evlâdı da, Topal Osman'ın üzerine yıkılan bir cinayetle öldürtülmedi mi? 30-35 sene önce de Meclis'de çıkan bir kavgada, sıkılan bir merminin, bir m.vekilini öldürmesi kazâ mıydı, pek anlaşılamadı..
*
Dahası, 1963-64'lerde, muhalefetteki Adalet Partisi'nin Genel Merkezi, binlerce protestocu tarafından basılıp, bütün daktilolar, koltuklar sokağa atıldığında, koskoca Başbakan İsmet İnönü, 'Onlar da halkı tahrik eden siyasetler yapmayaydı..' diye, o 'hayta'ları savunmamış mıydı?
*
Bir de nükte aktaralım. Siyasî hayatımızın en büyük hitabet ustalarından olan rahmetli Osman Bölükbaşı, bir gün Meclis'teki iktidar ekseriyetini kasdederek, 'Alçak Meclis!' deyince, kavga çıkmış, üzerine çanta ve ayakkabılar fırlatılmıştı.. 'Sözünü geri almazsan, Meclis oturumlarına katılmaktan 1 ay men cezası verilecek..' denilince, Bölükbaşı, kürsüye gelip, 'Bu Meclis alçak değildir, yüksektir.. Alçak olan, sizlersiniz..' deyince, yine üzerine atılan çantalar ve ayakkabılar altında kalmıştı.. Ama, yine de ağzından, 'haysiyetsizler..' gibi çirkin kelimeler çıkmamıştı.
*Londra'dan Samsun'lu Yüksel kardeşimiz, Samsun'da, Doğu Park'ta, 14 Eylûl akşamı verilecek bir 'konser' reklamını göndermiş; ve o gecenin, 'Mevlid Kandili'ne de denk geldiğini bildiriyor..
Yüksel Bey, Samsun BŞ Belediye Başkanı Hâlid Doğan Bey'e hayırlı hizmetler diliyor ve 'konserler yapılacaksa, o günlere niye dikkat edilmez?' diyor ve 'Doğu Park, Canik Belediyesi sınırları içindeyse, serzenişim oradaki Belediye Başkanı'na da..' diye ekliyor.
-- Okuyucumuzun bu hassasiyetine aynen katılıyor ve Hâlid Doğan Bey'den, gerekli düzenlemeyi yapmasını umuyorum. *İstanbul'dan Neriman Esentepeli diyor ki: 'Bangladeş'te Şeyh Hasina'nın devrilmesine sevindim. Ama, onun bir hanım olarak adında Şeyh sıfatının olmasını anlamadım. Bir de Hindistan'a kaçmasını? Bir de önceki yazılarınızdan birinde, 'Bangladeş'in 1971'de Pakistan'dan kanlı bir iç savaş sonunda Hindistan Başbakanı İndira Gandhi hanımın ebeliğinde doğduğu' sözünüzü anlamamıştım..' diyor..
--Bu hanım kardeşime, o çok zâlim Hasina'nın şeyhlikle bir ilgisi olmadığını; 'Şeyh' sıfatının, mensub olduğu aileden geldiğini belirteyim. Babası da Şeyh Mucib diye anılıyordu, orada, bazı sıfatlar ismin başına geliyor, demek ki..
Şeyh Hasina'nın Bangladeş'e kaçmasına gelince.. Hasina'nın Amerika'daki oğlu, 'siyasetten el çekmiyeceklerini ve Bangladeş'te Hinduların ancak kendilerinin iktidara dönmeleri halinde rahat edebileceklerini' açıklaması, nasıl bir oyun oynandığını bize anlatmaktadır.
*ABD'de, S. Carolina'dan, alanında bir akademisyen olan Necati Engeç hoca, 'Türkiye'den, şimdiye kadar adını duymadığı bir kişi için' yapılan 'şeyh' yakıştırmasına ve yapılan abartılı övgülere takılmış..
--Boş ver be dostum.. 'Şeyh'in kerameti, kendinden menkul' kendi iddiasına dayalı..' diye bir söz var ya, durumu anlatır.
*Cemâl Aydın dostumuz da, bir mezar ziyaretinde, bir tarikatı mensuplarının, mezar başında Kur'an okumak yerine, üstadlarının -şeyhlerinin yazdığı risalelerinden Türkçe bölümlerin okunduğu bir videoyu göndermiş, 'Güler misin- ağlar mısın..' notuyla..
--Bazı durumlar oluyor ki, insan ne diyeceğini bilemiyor, azizim..
*