İstanbul'dan Faruk Öndengiden isimli okuyucu yazıyor: 'Lozan Andlaşması'nın 100. Yıldönümüne geldiğimiz bugünlerde, bu andlaşmanın karşılıklı söz verip yeminleşmenin 100 yıllık bir geçerliliği olduğunu söyleyenler oldu.. Gizli maddelerinden bahsettiler, kimisi 'zafer' saydı, kimisi 'hezimet..'
Böyle gizli maddeleri var mı, 100'üncü yıl dolarken gerçekten de artık ömrü de bitmiş oluyor mu? Siz yıllarca önceki bir yazınızda bu konulara değinip, 'Ne zafer, ne hezimet!. O günkü şartlar açısından düşünüldüğünde, teşekkür etmeye gerek yok, ama acı gerçekler açısından o günkü şartlar açısından övgü veya suçlamalara gitmeden değerlendirmek gerek..' demiştiniz.. Yine öyle mi düşünüyorsunuz?
--Evet, bu okuyucu arkadaşa aynen yine öyle düşündüğümü tekrarlıyorum.
Ama bu cevabın bir de tehlikesi vardır: Tarihteki hadiseleri, sadece gerçekleştiği andaki özel şartlar düşünüldüğünde, övenleri de, yerenleri de hep bulunabilir ve alkışlanmayacak veya yere batırılması için çalışılmayacak hiçbir hadise olmaz..
Ayrıca, o özel şartların, o neticeler için, belli güç odaklarınca özel olarak tertib edilmiş olabileceği ihtimalini de unutmamak gerek.. Hele de emperyalist güç odaklarının, üstün geldikleri bir savaştan sonra nasıl bir kurtlar sofrası kurduğu da asla unutulmamalıdır.
Bakınız, Rusya lider Putin, daha dün Polonya'ya, 'Unutmayın, Batı Polonya'yı Almanya'dan koparıp Polonya'ya veren Stalin'di..' diye aba altından sopa gösteriverdi. Evet, Polonya'nın batı bölgesi olan kömür yatakları açısından zengin olan Silezya bölgesini, 2. Dünya Savaşı Almanya'nın kesin yenilgisiyle sona erince savaşın galipleri arasında, Amerika'nın yanında ikinci büyük güç olarak yerini alan Stalin Sovyet Rusya'sı, Almanya'yla Polonya'yla Nehri'nin batısında kalmasına ve Polonya'yla hiçbir geçmişi olmamasına rağmen, Polonya'da savaş sonrasında kurulan komünist rejime hediye olarak sunuvermişti. Şimdi Putin, o eski defteri açmakla Almanya'nın 75 yıldır sesini çıkaramadığı o konuya dair, Polonya'yı dikenli bir yola sürükleyebileceğinin tehdidini dile getirmiş oluyor ve NATO üyesi Almanya ile yeni bir NATO üyesi Polonya' arasına bir sürtüşme konusunun tohumlarını saçıyor.. Alman nasyonalistlerini heyecanlandıracak bir gelişme..
Osmanlı Devleti de emperyalist düşmanlarınca böyle peşkeş çekilmişti Lozan'da.. Evet, Lozan'la koparılanlar ve biraz da bizim elimizde bırakılanlar açısından bakıldığında, Lozan emperyalistlerin dayatmasının kabul edilmesidir ve sadece coğrafî sınırlar açısından değil.. Henüz Osmanlı rejimi varken, yerine Ankara'da bir başka rejim (bir ayrı devlet değil, bir farklı rejim) / bir yönetim mekanizması kuruluyor ve onun özellikleri de emperyalistlerce dayatılıyordu.
Şimdi, Kemalist-laik rejimin savunucularının 'Cumhuriyet ve laikliği kendisine borçlu olduğumuz Lozan andlaşması..' gibi nutuklar edişlerine niceleri sıradan bir siyasî nutuk olarak bakıyorlar. (Ki bu hususu, yani 'Laik cumhuriyetimizi kendisine borçlu olduğumuz Lozan Andlaşması..' şeklindeki tebcil cümleleri kurarak, Lozan'ın 80'inci yıldönümünde, 24 Temmuz 2003'de kutlama mesajı yayınlayan kişinin, o zamanki C.Başkanı A. Necdet Sezer olduğunu hatırlatarak, o sözlerde bir ihanet ve teslimiyetin de yattığını makalelerimde taa o zaman yazdığımı belirtmeliyim.)
Evet, o sözlerde aslında Lozan'ın, emperyalist güçlere karşı asırlarca bir tehdit ve tehlike odağı olan Osmanlı rejiminin sonlandırılıp, o devlete ve Müslüman halkına asırlarca güç veren inanç dünyasının temellerinin dinamitlenmesi ve de yerine savaşın galiplerince başka ve yabancı değerler sisteminin dayatıldığının acı hikâyesi vardır. (Üstelik , -davet olunduğu halde, İstanbul Hükûmeti'nin, iki başlılık olmaması düşüncesiyle katılmadığı-, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde imzalanan 'Lozan Sulh Muâhedenâmesi'nde, 'TBMM temsilcileriyle, Britanya İmparatorluğu, Fransa Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp- Hırvat ve Sloven Krallığı'nın imzaları vardı. Amerika ve Sovyet Rusya gibi bazı devletler ise sadece gözlemci bulundurup, imzacı değillerdi. Bu açıdan o devletler, bu andlaşmayı, kendi iç hukuk sistemlerine göre tasdik etmediler ve onunla kendilerin hâlâ da bağlı hissetmiyorlar..)
Şimdilik şu kadarını belirteyim ki, o andlaşmanın 100 yıllık bir sınırlaması yoktur ve uluslararası nice andlaşmaların da güçlü devletlerin yorumlarına göre yeni yorumlarla çok başka noktalara çekildiği yeni bir durum değildir. O andlaşmada gizli maddeler olup olmadığına gelince.. O andlaşmanın dış güçlerden çok, onu zafer olarak gören iç güçlerce hangi gizli emel ve niyetlere dayanak yapıldığı ortadadır ve de korkunç zulümlerce..
O antlaşmayı kabul etmeyeceği anlaşılan Birinci Meclis'in kim tarafından kapatılıp, emir kullarından İkinci bir Meclis kurulduğunu hatırlatmak bile yeter.. Merhûm Necîb Fâzıl'ın 'Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu..' mısraı bu durumu ne güzel anlatır.
Bu konuya inşaallah, yarınki yazımızda daha teferruatlı olarak bakmak ümidiyle..
Konya'dan Süleyman Çakmakçı isimli okuyucu, 'Sahi, emperyalistler elde etmeyi istediklerinden fazlasının sözü Lozan'da verildiği için mi, çekilip gittiler? diyor.
--Muhterem kardeşim, sadece şu kadarını belirteyim ki, askerî konuların sonuçları üzerinde konuşmak için, 'Bu hamur çok su götürür..' demekle yetinelim. O günkü şartlarda Müslüman halkımız varıyla yoğuyla, kendisini ortaya koydu. Üzerinde tartışılması gerekenler, savaş bittikten sonra yapılanlar üzerine olmalıdır. Müslüman halkımız, gerçekten de o barış geldikten sonra kendisine yapılan zulümler ve korkunç baskılar için mi savaşmıştı?
İstanbul'dan Cemil Turhallı mesajında, 'hele de bu yıl bazı mâlûm kesimlerin, 'İnadına açılalım' çağrılarına fiilen cevap veren çevrelerin sınır tanımazlığı karşısında, işin hükûmet işi olmadığını ben de biliyorum, ama o kesimlere sosyal baskıyı hissettirmeyecek olursak, onların tesettürlü analarımıza, eşlerimize, kızlarımıza, kendi sosyal baskılarını daha da artıracakları ortada.. Nitekim iffetsizin birisi, geçen hafta haberlere de yansıyan bir video görüntüsünde görüleceği üzere, Bursa'da metro'daki tesettürlü bir hanım kızımıza, 'Senin o pis örtün bana dokunmasın..' diyerek hakaret etmeye yeltenmiş.. Ama o anda metrodaki birçok yolcu da, o iffetsiz saldırganı, 'Asıl senin pis varlığın bize dokunmasın.' diyerek susturmuşlar.. Ben de en azından böyle bir sosyal baskıdan söz ediyorum. O Tamam, onlara müdahale etmeyelim, ama onların saldırganlıklarına da seyirci kalmayalım.. Haksızlık karşısında susmamak ve ahlâksızlardan daha cesur olmak gerekiyor diye düşünüyorum. Ne dersiniz? ' diyor..
--Evet, bu okuyucunun ilginç tesbit ve teklifleri de böyle.. Ona ve herkese, Prof. Ergün Yıldırım'ın dün, 22 Temmuz günü, 'star.com.tr'de yayınlanan yazısını dikkatlice okumalarını tavsiye ediyorum.
*Ankara'dan Zeliha Akça isimli okuyucu da diyor ki:. 'Bir TV. kanalının bir hanım spikeri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son Ortadoğu seyahatine katılınca, Arabistan'da bir de Kâbe'ye gidip, umre ziyareti yapmış ve bu konuyu kamuoyu ile paylaşmış.. Başörtülü bir fotoğrafıyla birlikte ve 'Elhamdulillah bize de nasib oldu..' notuyla.. Maşaallah, o örtü ona da pek yakışmış ve bir şahsiyet kazandırmış bence.. Ama mâlûm laik kesimler, başkalarının inançlarına saygı göstermek diyerek tarif etmeye çalıştıkları laiklik dininin gereğince, o hanım spikere içlerindeki kinlerini boşaltmışlar.
Bu konuya sizden de bir yazı bekliyoruz..
-- Evet, bu kardeşimiz de böyle diyor.. Benim söyleyeceklerimi ağzına sağlık, benden de güzel ifade etmiş..
'Müslüman' ismiyle yorum yazan bir okuyucu, geçen haftaki sohbette bir okuyucunun 'seyyânen' uygulamasının emeklilere de teşmil edilmesi yönündeki isteğine değinirken, 'seyyânen'in eşit mânâya geldiğini yazmama itiraz ediyor ve o kelimenin yanlış yorumlandığını iddia ediyor.
Hâlbuki ben o kelimenin kökünü ve benzer durumlarda başka kelimeleri de kullanacağım zaman, bir yanlış yapmamak dikkatiyle, arabcayı iyi bildiğini bildiklerime sorarım. Nitekim böyle bir 'bilen' arkadaş, kelimeyi arabça açısından tahlil ederek, bu kelimenin 'benim yazdığım şekilde' olduğunu belirtmişti.
Bu vesileyle, halkının yüzde 98'inin Müslüman olduğunun kabul edildiği bir ülkede, 'Müslüman' gibi ortak bir isim-sıfat arkasına gizlenerek, böyle meçhul imzalarla yorumlar yazılmasının sağlıklı bir iletişim bağı oluşturmaya hizmet etmeyeceğini de belirteyim.
Almanya- Köln'den Hasan Korkmaz isimli okuyucumuz da, son günlerde sosyal gündeme daha yoğun şeklide giren 'yapay zekâ' konusunda şöyle diyor: 'Yapay zekâ'dan -internette girilen adresinden- 'İsrail'in Filistinlilere uyguladığı zulümler konusunda bir makale istenmiş. 'Antisemitizm'e, Yahudi düşmanlığına hizmet edecek konulara hizmet vermiyoruz..' gibi düşündürücü bir cevap verilmiş.. Bu da, 'su başlarını kimlerin tuttuğu'nu göstermeye yetmiyor mu?'
--Aynen, muhterem kardeşim..