Ben zannediyordum ki okula ‘mesafeli’ yaklaşım sadece bizim evde. Oysa “Okuldan nefret ediyorum” cümlesiyle başlayıp “Okula gitmesem olmaz mı?”, “Bugün okulun kaçıncı günü?” diye devam eden öğrenci yaklaşımı hemen her evde yaşanıyormuş. Kerem geçenlerde gözleri kocaman kocaman, “Anne biliyor musun, yaz tatili tam 90 günmüş. İnanabiliyor musun, 90 gün?” deyince “Oğlum sen daha birinci sınıftan başladıysan yaz tatili yolu gözlemeye, önümüzdeki 20 yılın nasıl geçecek bilemiyorum” dedim. Öylece baktı. Oysa ona göre okuma bayramından sonra artık ikinci sınıfa devam ediyordu. Tam o sırada aklıma Kerem’in okulun ilk günlerinde sarf ettiği “Okul düşündüğüm kadar eğlenceli bir yer değilmiş” cümlesi takıldı. Yapılan her işin, eğlenceli olması gerektiği konusundaki vurguyu biraz abartmış olabilir miyiz ebeveynler olarak? Bu soruya yine döneceğim.
OYUNCAK MEZARLIĞI
Geçenlerde Facebook’ta bir arkadaşımın “Kızım, harçlığını ‘okula gitmesi için ona ödediğimiz maaş’ olarak görüyor” diye yazınca anladım ki bu sorun genel. İki örnekle genelleme mi yapılır? Yapılmaz elbette. Bende örnek çok da yerim az! Bizim zamanımızda bir şeyler öğrenilen, yeni şeyleri keşfettiğimiz, farklı enstrümanlarla oyunlar kurduğumuz yer, okuldu. Şimdi öyle mi? Evler oyuncak mezarlığı, hem de her türlüsünden. Peluş oyuncaklar, teknolojinin son nimetleri, arabalar, uzaktan kumandalı vinçler.... Say say bitmiyor.
Bir pedagog arkadaşım, bir danışanından bahsetmişti, elbette isim vermeden. “Çocuk artık hiçbir şeyden zevk almıyor. Çünkü odası, büyükçe bir oyuncak mağazası gibi” demişti. Tüketmiş her şeyi artık. Bu kadar olmasa da, üç aşağı beş yukarı bu durum birçok evde yaşanıyor. Bu nedenle çocuklar evin daha eğlenceli olduğunu düşünüyor. Çizgi film, televizyon ve bilgisayar oyunlarını saymıyorum bile.
ASLINDA VAY HALİMİZE
Şimdi kelimelerini her zamankinden daha dikkatli seçiyorum. Çünkü söyleyeceklerim yanlış anlaşılabilir. Anneler çocuklarıyla daha yakından ilgilenip onların hoşlarına giden oyunları daha çok oynadıkları için çocuklar aynı ilgiyi okulda da bekliyor gibi geliyor bana. Birebir ilginin olmaması, okulun önceki yıllarda devam edilen kreşlerden farklı olarak okulların kendine has (ders, teneffüs gibi) kuralları olması zorluyor çocukları. Öğrenmenin keyfine de varamadıysa, vay haline. Aslında vay halimize...
Bu kadar karamsar olmak çözüm değil elbette. Çocuklarımızın okula gitmezsem, evde daha güzel vakit geçiririm düşüncesini yıkmak gerekiyor. Geçenlerde Kerem’e “Sen okula gitmezsen evde kalıp televizyon izleyeceğini zannediyorsun sanırım” dedim. “Evet” deyince, benden gelen “Yok öyle yağma!” çıkışı karşısında diyebildiği tek şey “Yaaaa!” oldu. Yaaaa...
ANNENİN AJANDASI
Doğuştan yüzücüler
YENİ doğan bebeklerden dört yaşa kadar çocuklara yüzmeyi öğreten Aquababies programı, bebeklerin gücünü, dayanıklılığını ve becerilerini geliştirirken aynı zamanda bebek ve ebeveyn arasındaki bağı güçlendiriyor. Aquababies ile bebekler suya düştüklerinde kendi kendilerine rahatça kenara gidebilecek kadar yüzme öğreniyor. Aquababies bebeklerin doğduklarında dalma refleksini kullanarak suyun altında nefeslerini tutabilmelerinden yola çıkılarak geliştirilmiş. Uygulama, programı Türkiye’ye ilk kez getiren Ayşe Natalie Akcan ile DoubleTree by Hilton Istanbul’da gerçekleştiriliyor.
Bayram bitmedi
GEÇEN hafta birçok etkinlik önerisinde bulunmuştuk 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile ilgili. Bayramınızı yeniden kutluyorum. Listeye işitme engelli çocuklarımız için bir etkinlik daha ilave ediyorum. Çocukların kültürel ve kişisel gelişimlerine katkı sağlamak amacıyla kurulan ETİ Çocuk Tiyatrosu, yeni oyunu Çizmeli Kedi ile 23 Nisan’da Fatih-Mimar Sinan İşitme Engelliler İlköğretim Okulu öğrencileri için özel bir gösterim gerçekleştirecek. Oyun sırasında replikler sahnenin iki yanından işaret diliyle çocuklara öğretmenleri tarafından aktarılacak.