İnternette dolaşan uyduruk bilgi ve haberlerin sonu asla gelmiyor; fakat siz yine de her okuduğunuza dikkat edin; çünkü tarihçilik ciddî bir iştir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde öğretmenlerin aldığı maaş asla internet efsanelerinde iddia edildiği rakamlar değildi.
Eğer öğretmenseniz, eminim ki aldığınız maaştan pek de memnun değilsinizdir. Haklısınız da. Fakat bir zamanlar bu memlekette öğretmenlerin el üstünde tutulduğuna, maaşlarının çil çil altınlarla falan ödendiğine ilişkin internet geyiklerine inandıysanız eğer, durum daha da vahim demektir. Bir zamanlar öğretmen olmak da, bugünkünden daha farklı değildi. Yani köylüler ne kadar milletin efendisi olduysa, öğretmenler de işte ancak o kadar olabildiler.
Tek parti dönemi maaşları
Tabiî yine dönemin belgelerine dayanarak bu uydurmasyon haberciliği tekzib edeceğim, her zaman olduğu gibi. Şimdi dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in 7 Aralık 1939 tarihli bir yazısına göz atacağız. Atatürk öleli sadece bir yıl olmuş yani. Bakalım Yücel, öğretmen maaşları konusunda neler yazmış zamanında?
Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, 7 Aralık 1939 tarihinde, Başbakanlığa yazdığı bir yazıda, basından hayli şikâyetçiydi. Yücel’e göre, “bugünlerde gazetelerimizden bazılarında muallimlerimizin [öğretmenlerimizin] maddî vaziyetlerinin bozuk olduğu hakkında neşriyata [yayına] tesadüf edilmekte [rastlanmakta] ve bunlar arasında büyük puntolu [iri] harflerle ‘muallimlerin hâli berbat’ başlığı altında muallim kütlesini heyecana sevk edecek yazılar da görülmekte” idi. Oysa Yücel’e göre, bu tür haberlerin gerçeklerle ilgisi bulunmuyordu. Yücel, yazısında, 1923 yılında ilkokul öğretmenin 300 Kuruş (3 Lira) maaşla mesleğe başladığını hatırlatıyor ve bu rakamın hâli hazırda 2.000 Kuruş (20 Lira) olduğuna dikkat çekiyordu. Yine aynı tarihlerde bir orta okul öğretmeninin maaşı ortalama 40 Lira iken, hâli hazırda bu maaş 2.500-3.000 Kuruş’tan (25-30 Lira’dan) başlamaktaydı. Hâli hazırda orta öğretimde görevli öğretmenlerin 22’sinin maaşı 90 Lira, 45’inin maaşı 80 Lira, 70’inin maaşı 70 Lira, 250’sinin maaşı 60 Lira, 335’inin maaşı 50 Lira ve 320’sinin maaşı da 40 Lira idi.
3 maaşa bir radyo alınabilirdi
Bir an için Yücel’in verdiği bilgilerle internet bilgisini karşılaştıralım: İnternet bilgisine göre; Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında bir okul müdürü 25 cumhuriyet altınına denk gelen 2.500 Kuruş (25 Lira) maaş almakta imiş, öğretmen maaşları da 1.500 ilâ 2.000 Kuruş (15-20 Lira) arasında değişiyormuş! Yücel’in sözünü ettiği 300 Kuruş nerede, 2.000 Kuruş nerede? Efsaneler hep güzeldir, tek sorunları gerçekle ilgisinin olmamasıdır! Tarihçilik işte bunun için ciddî bir iştir. Meraklısı için yazayım bari: 1927 yılında bir radyo alıcısının fiyatı da 300 Lira idi! 1934 yılında 150 Lira’ya kadar gerilemişti. Yani ortalama memur maaşıyla üç aylık maaşa denk geliyordu!
Yücel basına da kızgın
Yücel, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bu haberin sadece gerçeklerle bağdaşmadığını belirtmekle kalmıyor, fakat aynı zamanda haberin olası sonuçları hakkında da şöyle yazmaktan kendisini alamıyordu:
“Muallimler kütlesini Cumhuriyet devrinde mağdur mevkiinde göstererek, onları heyecana ve bedbinliğe [ümitsizliğe] sevk edecek, mesleklerine karşı bağlılıklarını sarsacak ve aralarında sendikalar teşkiline, grevler yapılmasına yol açacak ve öteden beri memleketimizde tesiri görülmekte olan komünizm propagandasını körükleyecek birer âmil [neden] olacağı kaanatinde [kanısında] olduğumdan, hakikat ile taban tabana zıt bu gibi muzır fikirlerin muallim kitlesi arasında intişarına [yayılmasına] meydan verilmemesi için matbuat [basın] hakkında esaslı tedbirler alınması esbâbının temini” de gerekiyordu.
Ya öğretmenler kızarsa
Yücel açısından öğretmen maaşları uygundu; tek sorun basının bunu mesele yapmasıydı. Fakat bu o kadar da basit bir mesele sayılamazdı; ya öğretmenler arasında yayılan bu türden haberler, öğretmenlerin kendilerini Cumhuriyet döneminde mağdur hissetmelerine yol açarsa, işte o zaman ne olacaktı? Bu türden haberler onları ya heyecana ve ümitsizliğe sevk ederse, o zaman ne olacaktı? Ya mesleklerine karşı bağlılıklarını sarsacak ve aralarında sendikalar oluşturmalarına ve hatta grevler yapmalarına yol açarsa, ne olacaktı? Çok daha vahimi, öteden beri ülkemizde etkisi görülen komünizm propagandasını körükleyecek gelişmeler olursa, ne olacaktı? Yücel, bakan olarak bu türden haberleri yalanlıyordu; bunların gerçekle bir ilgisi bulunmuyordu; “muzır fikirler”in öğretmenler arasında yayılmasına engel olmak da gerekirdi. Elbette basın hakkında esaslı önlemler alınmalıydı!
Şimdi bir an için durup düşünelim; tamamen denetim altında tutulan, sahiplerinin neredeyse tamamı CHP milletvekili olan basının bu durumda bile bu haberleri yazabilmesi, öğretmenlerin durumunun ne kadar vahim olduğunu bize göstermiyorsa, o zaman asıl vahim olan, bu gerçeklere gözleri kör olanların içinde bulunduğu gerçeklerden kopuk hâldir.
Yücel komünizme de karşı
Hasan Âli Yücel’in kendi bakanlığının personeli olan öğretmenlerin maaşlarının düşük olduğu yolundaki sıradan bir haberden nasıl komünizm propagandasına vardığı sorusu bir yana, herhalde bu yazının tek başına kendisi bile, zamanında Yücel’i kendileri için adeta kutsal bir isim haline getiren geniş kitleler açısından şaşırtıcı olmalıdır! Yücel, basın aracılığıyla kamuoyuna yönelik en basit bir şikâyete karşı basına derhal çekidüzen verilmesini talep etmekte bir an için olsun tereddüt göstermemişti. Yücel, ayrıca okullardaki komünist faaliyetler konusunda da yeterli duyarlığı göstermekte olduğunu vurgulamıştı. Yücel’in Türkiye’de sol kamuoyunda adeta kutsal, saygın, tartışılmaz ve sorgulanmaz isminin dönemin sol grupları arasında da aynı şekilde algılanıp algılanmadığı ise ayrı bir sorudur.
Yücel’in sol kamuoyundaki efsane isminin olgularla ne ölçüde bağdaşabileceği sorusu bir yana, günümüzde dahi Yücel’in eski bir solcu ya da sol sempatizanı olarak algılanması ve bilinmesi, Türkiye’de solun naifliğinden yalnızca biridir. Ne var ki, Türkiye’de solun tarih yazımının bu konulardaki basit yanlışlıkları, sadece kötü tarihçilikten ileri gelmemektedir. Ama aksine, bu türden vahim yanlışlıklar, siyasî ve ideolojik paradigmanın yarattığı körlüğün basit bir sonucudur. Körlerin olguyu görebilmesi tabiî ki imkânsızdır! Burada sözünü ettiğim körleşmiş bir bakıştır ve solun günümüzdeki bakışını da yakından ve derinden etkilemektedir. Solun Türkiye’de politik arenada kuvvetli bir çıkış yapabilmesi, ancak geçmişini yeniden değerlendirmesi ve mevcut paradigmanın yarattığı körlükten sıyrılmasına bağlıdır. Sol, her şeyden önce kendi içinde olgusal nitelikte, metodik ve analitik düşüncenin yeşermesine imkân vermeden, politik arenada asla yer alamayacaktır!
‘İşte internet EFSANESİ’
VEKİL MAAŞLARI ÖĞRETMEN MAAŞLARINI GEÇMEYECEKTİ HANİ!
“Dönemin Maliye Bakanı Hasan Fehmi Ataç , TBMM’de Mustafa Kemal Atatürk’e sorar
- ‘Paşam; vekil maaşlarını düzenleyeceğiz, ne kadar verelim?’
Mustafa Kemal Atatürk’ün cevabı şu an öğretmenlerin sıkıntılarını anlamak istemeyen birçok insana tokat gibidir…
- ‘Öğretmen maaşlarını geçmesin.’”
İşte aynen aldım; hani şu zamanında altınla ödenen öğretmen maaşları efsanesinin yanında yeni bir efsane daha. Bir zahmet o dönemin milletvekili maaşlarının miktarını öğrenin efendim; bir de öğretmen maaşlarının. Sonra bir matematiksel karşılaştırma yapın. Sayılarla aranız iyi değilse, bunu bir matematikçiye de yaptırabilirsiniz. Sonra aradaki farkı bir görün bakalım, neymiş. Öğretmen maaşını geçmeyen milletvekili maaşı hiçbir zaman olmadı. Zaten öyle olsaydı, ünlü yazarları, şairleri neden milletvekili yapsınlardı ki, öğretmen sıkıntısı çeken bu ülkede aynı maaşla eminim okullarda öğretmen olarak da çalışmayı tercih ederlerdi. Ama öyle olmadı tabiî. Herkes acaba neden milletvekili olmak için kuyrukta bekliyordu da, öğretmen kuyruğu hayli kısaydı sorusuna bir yanıt verildi mi? Öyle olsaydı, neden Yahya Kemal Beyatlı, Reşat Nuri Güntekin, Behçet Kemal Çağlar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Abdülhak Hamit milletvekili yapıldı? Öğretmen olsalardı da, bu ülkenin çocukları bu ünlülerden öğretmen olarak yararlansalardı, daha iyi olmaz mıydı? Yanıt: olmazdı; çünkü milletvekili maaşıyla kıyas kabul etmez derecede düşük maaş alırlardı öğretmen olarak. Bana inanmıyorsanız, dönemin öğretmenlerine bir sorun da gerçeği öğrenin isterseniz. O dönemde görev yapan hangi öğretmen maaşının milletvekili kadar olduğundan söz ediyor acaba, bir hatırlayan var mıdır? Bana inanmıyorsanız, isterseniz meselâ dönemin öğretmenlerinden Sabahattin Âli’ye falan sorabilirsiniz. Milletvekili maaşını ne yaptın diye? Belki profesörlere de sormak istersiniz; zamanında yasa çıktığında profesörlerin ya milletvekilliğini ya da üniversitedeki görevlerini tercih etmeleri istendiğinde, niye herkesin milletvekilliğini tercih ettiğini de sorabilirsiniz. Sorun şu: Bilmek istiyor musunuz gerçekten; yoksa efsanelerle avunmayı mı tercih ediyorsunuz?