Türkiye’nin de üyesi olduğu OECD örgütü çok nitelikli, yol gösterici, düşündürücü araştırmalar yayınlıyor.
OECD ağırlıklı olarak iktisadi konularda araştırmalar ve yayınlar yapıyor ama son senelerde eğitime yönelik yaptıkları araştırma ve yayınları bendenizin görüşüne göre bu örgütün en ilginç yayınları haline geldi çünkü iktisadi araştırma ve yayınlarda Dünya Bankası gibi, IMF gibi ve başkaları gibi çok sayıda büyük örgüt mukayeseli araştırmalar yayınlıyorlar ama bu arada eğitim araştırmalarında OECD çok bariz bir biçimde öne çıkmış durumda.
OECD son senelerde en çok PISA araştırma sonuçlarıyla kendinden bahsettirdi.
PISA sonuçları lise, ortaokul öğrencilerinin okullarında öğrendikleri matematik ve fen dallarını ne ölçüde içselleştirdiklerini bizlere gösteriyor, çok önemli bir mukayeseli araştırma zira verilen derslerin etkinliğini yani anlamlılığını ölçüyor.
Türkiye son senelerde PISA sonuçlarında bir kıpırdanma gerçekleştirmiş olsa bile hala sıralamanın en sonlarında.
Türkiye’de zorunlu öğretimin önce sekiz yıla çıkması, şimdi de on iki yıla yükseltilmiş olması çok önemli, 15-16 yaş grubunun yavaş yavaş tümünü okullaştırmış oluyoruz.
Ancak, mesele bunla bitmiyor, belki de ancak başlıyor zira artık önemli olan yüzde yüze yaklaştırdığımız 15-16 yaş kuşağı okullaşma oranında verilen derslerin niteliği ve etkinliği.
Seneler önce bizim milli eğitim sistemimiz için olumsuz çağrışımıyla “KİT ekonomisi” tabirini kullandığımı hatırlıyorum çünkü mesela çocuklar bizim ülkemizde en az altı sene ingilizce okuyorlar ama lise bittiğinde “ekmek kaç para?” gibi bir soruyu ingilizce soramıyorlar, ilkokulu da sayarsak yine en az on bir sene matematik okuyorlar ama matematiksel düşüncenin zerresi kafalarda oluşmuyor, KİT ekonomisi dediğim de tam bu, sabahları servislere biniliyor, öğrenciler, öğretmenler okullara gidiyorlar, akşam evlere dönülüyor, trafik kitleniyor, muazzam bir sektör, muazzam bir hareketlilik, parasal olarak da büyük ekonomik girdi kullanımı, bütçenin en büyük payı artı özel eğitim harcamaları ama çıktıları değer olarak bir düzgün ölçebilsek, çok iddialıyım bu söylediğimde, ortada büyük bir negatif katma değer var.
OECD’nin son araştırması ise bu kez yetişkinlerin edinmiş oldukları beceri düzeylerine ilişkin, mukayeseli araştırmalar ve sonuçları 22 OECD ülkesini kapsıyor, Türkiye bu gruba dahil değil, yani bizimle ilgili bir sonuç yok ama araştırmanın yöntemi çok güzel ve öğretici.
Çalışmanın temel varsayımı işyerlerinin çok büyük bölümünde eski imalat sanayi üretim yöntemlerinden yeni yöntemlere, çok daha fazla teknoloji kullanılan işyerlerinde rutin bilgilerden ve zenaatkarlıktan yüksek teknolojinin gerektirdiği süreçlere geçildiği; bu varsayım çok büyük ölçüde geçerli bir varsayım, bizde de süreç kaçınılmaz olarak bu.
Bu aşamada temel mesele eğitim-öğretim süreçlerinin bireylere verdiği yetkinliklerin (proficiency) bu yeni süreçlerle ne kadar uyumlu olabildiği.
OECD bu yetkinlik analizlerini okuma-anlama (literacy) yetkinliği ve sayısal (numeracy) yetkinlik diye ayırıma tabi tutuyor ve bu iki yetkinlik düzeyinin her ülkede yeni üretim süreçlerine uyumunu araştırıyor, sıralamalar yapıyor.
Sonuçlar çok önemli zira her ülkenin bu iki alanda erişkinler için yetkinlik düzeyleri ile iktisadi performansları mukayese ediliyor ve eğitim-öğretim sisteminde bu iki alanda kazandırılan yetkinlikler ile ekonomik büyüme arasında, ABD dışında, önemli korelasyonlar ortaya çıkıyor.
ABD’nin genel ekonomik performansı ile erişkinlerin ortalama yetkinlik düzeyleri ilişkisinin nispi olarak kopuk olmasının altında kanımca bu ülkeye özgü özel nedenler var, bu sütunda tartışmıştık bunları, yeniden bu konuya dönebiliriz.
Benim merak ettiğim konu, şayet Türkiye de bu araştırmanın bir parçası olsa idi, erişkinlerin yetkinlik ya da beceri (skills) düzeyleri ile ekonomik performans ilişkisinin nasıl çıkabileceği.