Vefa, korkarım sadece İstanbul’un bir semt adı olarak kaldı. Eskilerde bir de vefa duygusu vardı; onu hepten mi unuttuk, yoksa Vefa kulübü gibi küme mi düştü? Oysa benim çocukluğumda ve gençliğimde Vefa birinci ligde oynardı!
Geçenlerde ODTÜ’den de geçecek olan yol tartışmaları sırasında ODTÜ’nün ağaçları gündemin ilk sırasına oturdu. Heyecanla bekledim; fakat hiç kimse ODTÜ ormanını borçlu olduğumuz kişinin adını anmadı bile. Bu hazin bir gelişmeydi; çünkü her vesileyle zamanında yapılmış güzel şeyleri yapanların adıyla anmak toplumun vefa duygusunun derecesini gösterdiği gibi; eskilerin dediği gibi, ‘marifet iltifata tâbi’ olduğundan, yapanların ve yapacak olanların da hevesini artırır.
ODTÜ ve Kemal Kurdaş
Aslında ODTÜ ormanını Kemal Kurdaş’a borçluyuz: Kurdaş’ın anılarında ODTÜ’nün ağaçlanmasına ayrılmış genişçe bir kısım da var. Ben size o kısımdaki bilgileri aktarmak istiyorum; böylece ODTÜ’nün yeşilliğinin nasıl yaratıldığını birlikte hatırlayalım. Kurdaş, sekiz yılda 12 milyon fidan dikildiğini yazıyor. Elbette bu geniş çabada pek çok kişinin emeği vardı. Meselâ, Ankara Muhabere Okulu’ndan gelen bin asker her yaz bu gayrete muntazaman katılmıştı. Çorum’dan bile bir alay gelip kampüste kamp kurmuş ve arazinin teraslama çalışmasına katılmıştı!
Sopalı dikim
Ama herkes çalışkan değildi elbette. Kurdaş şöyle yazıyor: “Kendi öğrencilerimizi pazar günleri bile yataklarında rahat bırakmazdım. Hemen her pazar sabahı erken elimde sopa ile yurtlara dalar; uyuyanları uyandırır; uyanık dolaşanları etrafımda toplar, ağaç dikmeye koşardık. Evvela biraz homurdandılar, sonra alıştılar.” Aradan geçen yıllardan sonra Kurdaş, eski öğrencileriyle karşılaştığında, şu tepkileri alacaktır: “Efendim, ben birinci yurda girince soldaki ilk odada yatan öğrenci idim; yani sopayı ilk yiyen öğrenci.” Ya da: “Sizin yurda girdiğinizi çıkan gürültüden anlar, hemen giyinir, siz bize erişmeden evvel koridora çıkar, caka ile dolaşırdım.”
Mitlerin sonu gelmez
Son olaylar sırasında ODTÜ’nün yeşilliğini zamanında devrimci öğrencilerine borçlu olduğu yolunda epey mit ortalıkta dolaşmaya başlayınca; hatta ODTÜ ormanında Denizler’in, Mahirler’in de emeği olduğunu bir televizyon programında işitince, artık dayanamadım, Kurdaş’ın anılarının şu bölümünü de sizlerle paylaşmak istedim:
“20 Kasım 1969’daki son ağaç dikme bayramı, benim için özellikle mânâlıydı. Gücümün yettiği kadar ağaç diktim. Tören mahallinin kenarında bazı öğrenciler toplanmış (o zaman adları ‘devrimci” idi) sessizce beni protesto ediyorlardı. Ağaç dikmiyorlardı. Bağırmıyorlardı da. Sadece kızgın ve küskün bana bakıyorlardı. Tören bitince otomobile doğru giderken, kasden yanlarından geçtim. Önlerine gelince, ‘çocuklar, siz ağaç dikmiyor musunuz?’ diye sordum. İçlerinden liderleri pozisyonundaki biri, ‘senin için ağaç mı dikeceğimizi zannediyordun?’ diye cevap verdi. Durdum, üzüldüm tabiî. Gözlerinin içine bakarak, ‘oğlum, bu ağaçları benim için dikmiyorsunuz; kendiniz, evlâtlarınız, belki torunlarınız için dikiyorsunuz; nihayet vatanınız için dikiyorsunuz; vatan için ağaç dikmek günâh mıdır?’ dedim. Hiç cevap vermediler; önlerine baktılar.” ODTÜ’den “ayrılış törenim işte böyle renkli bir notla son buldu!”
Zaten Deniz Geçmiş de, Mahir Çayan da ODTÜ’lü değildi. Gezmiş İstanbul hukuktandır. Çayan ise bizim okuldan, yani SBF’den. Onların da ODTÜ’de ağaç dikecek vakitleri olmamıştı; pek çok devrimci gibi. Elbette kimse ağaca düşman değildi; ne var ki, bütün bunlar devrimden sonra yapılacak işlerdi!
ÇOK BİLMİŞLER HEP VARDIR
Kurdaş anılarında, hep bildiğimiz tanıdığımız bir grubun ODTÜ ağaçlandırmasındaki menfî tutumunu anlatıyor. Daha ilk ağaç bayramında araziye gelmiş, ama çalışmaya katılmayan bir gruba Kurdaş merak ederek, neden uzak durduklarını sormuş; aldığı yanıt, ağaçların yanlış dikildiği yönünde olmuş. Yanlışlığın ne olduğunu sorunca da, bunun kendilerini ilgilendirmediğini söylemekle yetinmişler. Kurdaş, bu gruba kim olduklarını sorunca da, aldığı yanıt daha da şaşırtıcı olmuş: Yeşil Türkiye Cemiyeti idare meclisi başkanı ile üyeleri olduklarını belirtmişler! Kurdaş, doğru dikimi kendilerine öğretmeleri konusunda ısrarcı olunca da; yine ağaç dikmeyi reddetmişler. Hatta kendisine küçümser bir bakış fırlatıp oradan ayrılmışlar. Ardından ODTÜ’ye bir mektup yazarak, okulu yanlış ağaçlandırma yapmak ve “millî servet”i heba etmekle itham etmişler! Fidanların tutması üzerine Kurdaş, kendilerini yine ağaç bayramına davet etmiş; fakat onları bir daha gören de olmamış! Herhalde hepimiz hayatımızda böyle çok bilmişleri görmüşüzdür. Hatta biraz dikkat edin ve yakından bakın: Günümüzde de ‘olmaz’ diyen, ‘tutmaz’ diyen çok bilmişlerin hâlâ ortalıkta fır döndüğünü görmüyor musunuz? Hayatlarında tek bir ağaç bile dikmemiş olanların sadece ‘tutmaz’ diyerek ortalıkta dolaştıklarının farkında değil misiniz? Ne demişti Ahmet Ârif; “tanı bunları, tanı da büyü.”
27 MAYIS HÜKÛMETİ’NDE MALİYE BAKANI
Kemal Kurdaş, 27 Mayıs’tan sonra kurulan askerî hükûmetin Maliye Bakanı idi. Bu göreve 26 Aralık 1960 tarihinde atanmıştı. Bakanlıktan ayrılmasından sonra kendisine ODTÜ rektörlüğü önerildi ve 21 Kasım 1961’de bu göreve başladı. Tam sekiz yıl rektörlük yaptı. ODTÜ’nün kurucu rektörü olarak ODTÜ’nün yoktan var edilmesini sağladı. ODTÜ Mütevelli Heyeti ile içine düştüğü görüş ayrılıkları yüzünden Temmuz 1969’da rektörlükten ayrıldığında; Türkiye’nin en gelişmiş üniversitesini geride bırakıyordu. Nedense Hacettepe ve Bilkent denince akla hemen İhsan Doğramacı gelir de; ODTÜ denildiğinde Kemal Kurdaş’ın adı pek geçmez; hatırlanmaz da.
ÖĞRENCİSİ DEĞİLİM
Bazıları okulunu övmüş diye düşünmesin; çünkü ODTÜ’lü değilim. Zaten ODTÜ’ye puan tutturup girebilecek kadar da çalışkan bir öğrenci değildim. Ama yine de şansımı denedim. 1973 yılında liseyi bitirdiğimde, ODTÜ’de son kez merkezi üniversite sınavından ayrı ve bağımsız yapılan sınavın sonuncusuna katıldım. Epey kazık fizik, kimya ve cebir sorularıyla boğuştum; ama bunların üstesinden gelmek benim boyumu epey aşıyordu. Yine de sonucu heyecanla bekledim, pek ümitlenmeden ama. Nihayet sınav sonucunu bildiren kart geldiğinde, okulun hiçbir bölümünü kazanamadığımı anladım. Sonra gözüm puanlara ilişti. ODTÜ’nün şehir ve bölge planlama bölümünün alt taban puanı benim puanıma çok yakındı. Neredeyse parmak farkı sayılabilecek kadar az bir puanla, sadece iki ya da üç puanla bu bölümü kaçırmıştım. Yıllar sonra bu bölümü yakalasaydım acaba şehircilikte başarılı olabilir miydim diye düşünmeden de edemedim. Mimariye karşı ilgim belki beni bu alanda da başarılı kılabilirdi; belki de bölümde daha sonraları kendisinden çok şey öğreneceğim hocam İlhan Tekeli sayesinde yine tarihe kayardım! Bilinmez ki!
BENİM KAMPÜSÜM
1974-1978 yılları arasında Ankara’da öğrenci olarak geçirdiğim zamanda kaldığım ev, Kavaklıdere’de Bestekâr sokaktaydı. Bu evde altlı üstlü iki dairede İzmir Maarif Koleji’nde yıllarca yatılı olarak birlikte okumuş tanıdığım arkadaşlarımla kalıyordum. Hepsi akıllı ve çalışkan çocuklardı ve tabii ODTÜ’de mühendislik okuyorlardı. Bu bakımdan ODTÜ evimizin içinde sayılırdı. Şakayla karışık en büyük rekabet ise, ODTÜ’nün mü, yoksa benim de BYYO öğrencisi olarak içinden sayıldığım SBF’nin mi devrimci hareketin merkezi sayılması gerektiği yolundaydı! Bir karara varıldığını hiç hatırlamıyorum.
O zamanlar devrimcilerin ağaç dikmekle kaybedecek bir dakikaları bile yoktu. Bizim çocukların da ODTÜ’de ağaç bayramında ağaç diktiklerini hiç hatırlamıyorum. Bizim ev ODTÜ Tunus durağına çok yakın olduğundan, bu dönemde durak nöbetlerinde sıra bize geldiğinde bunu hiç aksatmazdık. Yeni nesil, bu durak nöbeti de nedir diye sorabilir: Kısaca özetleyeyim: ODTÜ öğrencilerinin duraktaki can güvenliğinin sağlanması için üzerimize düşen görevi yerine getirirdik! Bu bakımdan ODTÜ’lülerle kan kardeş bile sayılabiliriz!