Üniversitelerdeki eylemler her askeri darbede kullanılan önemli bir gerekçe oldu. 27 Mayıs öncesinde, özellikle 12 Eylül öncesinde ve diğer müdahalelerde öğrenci olayları toplumu darbeye hazırlamada gayri-demokratik güçlere etkili bir enstrüman sundu.
Aslına bakarsanız üniversitelerdeki eylemlere çok ama çok az öğrenci katıldı. Üstelik eyleme katılanlar genelde aynı kişiler oldu. 12 Eylül öncesinde bu sözde demokratik eylemlerde silah da kullanılıyordu. Sayıları çok az olmakla birlikte militan öğrenciler 1970’li yıllarda üniversitelerde ders yapılmasını engelleyecek, öğretim üyelerine fiziki zararlar verecek kadar ileri gitmişlerdi. 1980 sonrasında ise eylemlere aşırı sol gruplar ağırlığını koydu. Arada sırada ülkücü gruplar tepkisel eylemler ortaya koymuşsa da gösteriler daha çok aşırı solun tekelindeydi. PKK’nın yükselişiyle birlikte sahaya Kürtçüler çıktı. Başörtüsü yasaklarıyla birlikte İslamcılar sahaya indi. Ancak onların eylemleri daha çok başörtüsü üzerinden oldu ve polisle çatışmaktan özenle kaçındılar.
2000’li yıllarda öğrenci olaylarına baktığımızda ise aşırı sol grupların hâkimiyetinin devam ettiği görülür. Onbinlerce öğrencisi olan pek çok üniversitede eylemler daha çok Ergenekon Davası tutuklu sanıklarından Doğu Perinçek’in İşçi Partisi’ne bağlı öğrenciler, Türkiye Komünist Partisi yanlısı birkaç kişi ve DHKP-C de dâhil birkaç aşırı sol fraksiyonun üyelerince gerçekleştirilmektedir. Bunlara bir de kendilerini Kemalist olarak adlandıran bazı Ulusalcıları eklemek gerekir.
Dediğim gibi eylemci öğrencilerin sayıları inanılmaz düzeyde düşüktür. Örneğin öğrenci sayısı 50 binin üzerinde olan bir üniversitemizde 50 kişiyi bile bulmayan bir grup okulda sürekli eylem varmış gibi bir izlenim oluşturabilmektedir.
Aşırı sol ve Ulusalcı gruplar sürekli olarak demokrasiden ve özgürlüklerden bahsediyorlar. Ancak eylemlerinin neredeyse hiçbir zaman darbeci anlayışa karşı yönelmediğini görüyoruz. Hatta çoğu eylemde militarist bir ruh hâkim. Faşizmi anlatmak için bazen asker postalı kullandıkları da oluyor, ancak eylemler neredeyse istisnasız bir şekilde AK Parti karşıtı. Eylemcilerin bir diğer özelliği de söylemlerinin fena şekilde naftalin kokuyor olması. Sanki ezberledikleri metinleri okuyor gibi konuşuyorlar. Sözde emperyalizm karşıtlığı ve devrim özlemi her konuşmada geçiyor.
Sıraladığımız bu grupların toplumda ciddi bir karşılığı yok. Seçimlerde söz konusu gruplar % 1 bile oy alamıyorlar. Üniversite öğrencileri arasında da durum böyle. Eylemcilerin hepsini topladığınızda öğrenci sayısının % 1’ine bile ulaşamıyorsunuz. Zaten bu nedenle eylem yapıyorlar, meşru yollardan davalarını anlatamadıkları için eyleme ve şiddete başvuruyorlar.
Medya uzantıları
Söz konusu eylemcilerin medyada bu kadar geniş yer almasında güvenlik güçlerinin bariz hatalarının rolü büyük. Ama asıl etken Türkiye’de söylem üstünlüğünün hâlâ çoğunlukta olmayışı. Medyadaki egemen sınıf ne Türk ekonomisinin ne de Türk siyasetinin yeni gerçekleriyle uyumlu. Toplumda ve üniversitelerde % 1 bile çoğunluğu olmayan bu grupların medyadaki temsil güçleri çok yüksek. Bazı köşe yazarları eylemcilerin uzantısı gibi çalışıyor. Bunu en iyi ODTÜ olaylarında gördük.
ODTÜ eylemlerinden sonra pek çok üniversite şiddet içeren eylemleri kınadı ve üniversitelerde oynanmak istenen oyunlara karşı uyardı. Hiçbir üniversite ODTÜ’yü veya yönetimini kınamış değil. Ama başta eylemcilerin medyadaki bazı uzantıları Hükümetin emriyle ODTÜ’nün diğer üniversitelere kınatıldığı gibi bir izlenim ürettiler.
Şüphesiz ODTÜ Türkiye’nin önemli değerlerinden biri ve şiddet ile özdeşleştirilmesi mümkün değil. Birkaç kişilik marjinal grupların taşkınlıklarının 20 bini aşan ODTÜ’lü ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. ODTÜ üzerinden şiddeti ve aşırılığı meşrulaştırma çabası ise son derece çirkindir. 1970’li yılları yaşamış Türkiye’nin üniversitelerde şiddetin yeniden hortlatılması çabalarına müsaade etmemesi gerekiyor.