Geçtiğimiz hafta Ankara’da, ODTÜ’de (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) sevimsiz olaylar yaşandı, konunun detaylarını herkes biliyor, olayları tekraren özetlemeyeceğim.
Olayların siyasi yönü ön planda ama bendeniz bu Pazar eğitim yazımda meselenin siyasi boyutundan ziyade eğitim alanını ilgilendiren boyutunu ön plana çıkarmak istiyorum.
Olayların hemen ertesinde en çok dikkatimi çeken, ve itiraf edeyim büyük bir beğeni ile izlediğim konu ODTÜ Rektörünün, Sayın Başbakan’ın çok net tavrına rağmen, olaylara karışan öğrencilerinin arkasında durmuş olması.
Bu tavır, kurumsallaşma denen ve bizde hem çok iyi anlaşılmayan, hem de çok önemsenmeyen olgunun üniversite sisteminde ne kadar önemli olduğunu çok net ortaya koyuyor.
ODTÜ’nün özel bir statüsü yok, bu kurumun da rektörü, başka üniversitelerde olduğu gibi aynı yasayla, aynı komik yasayla seçiliyor; öğretim üyelerinin altı kişi belirlediği, YÖK’ün bu altı kişiyi belirli bir kriter olmaksızın üçe indirdiği, Sayın Cumhurbaşkanı’nın da bu üç profesör arasından birini tercih edebildiği, teorik olarak üniversitede bir tek öğretim üyesinin, mesela kendisinin oy verdiği bir profesörün seçim sistemi (!) sonrası rektör olabildiği, böyle bir olay da, galiba Demirel döneminde, yaşanmadı değil, gerçekten komik bir sistem.
Üniversite konusu açıldığında nedense bizde konuşulan yegane konu seçimler konusudur, rektörlerin, dekanların nasıl seçileceğidir; oysa bu konunun üniversite meselesi içinde en önemsiz konu olduğunu, önemli olanın bu makamların yetkilerinin sınırı ve daha da önemlisi bu yetkilerin nasıl bir olgunluk ve müesseseleşmişlik içinden kullanılabildiğidir.
ODTÜ de bir Harvard değil, geçmişi 1950’lere kadar ancak gidiyor ama yine de Türkiye’nin en önemli yükseköğretim kurumlarının başlarında geliyor.
Son öğrenci olayları da Sayın Rektör’ün pozisyon alışı üzerinden bu kurumun gerçekten kurumsallaşmaya başladığının en somut kanıtı.
Anadolu’da son senelerde açılan çok sayıda üniversite mevcut, bu üniversitelerde de öğrenci olayları oluyor, polis müdahale ediyor, bazen de çok sert müdahale ediyor ama bu üniversitelerin rektörlerinin ODTÜ Rektörü’nün geçtiğimiz haftadaki tavrını, basiretini sergileyebilecekleri konusunda ciddi kuşkularım var.
ODTÜ Rektörü’nün olumlu davranışı öğrencilerin davranışlarının da doğru, hukuksal, demokratik, olumlu davranışlar olduğu anlamına asla gelmiyor; öğrenciler protestolarını maalesef barışçı yöntemlerle ifade etmiyorlar, öyle bir dertlerinin de olduğunu hiç zannetmiyorum.
Polisin olaylara müdahale ediş biçiminin zaten çok sert, anlamsız ölçüde sert, orantılı güç kullanımı ile alakasız olduğu da ortada.
Ancak, öğrencilerin davranışlarında haksız olmaları, protesto eylemlerinde seçtikleri yöntemlerin demokratik toplum gerekleriyle büyük ölçüde uyumsuz oluşu rektörlerin insiyaki bir biçimde idare ile, polis ile aynı doğrultuda tavır almalarını da gerektirmiyor.
Sayın Rektör bu olayda öğrencilerden yana pozisyon alarak, polisi açıkça eleştirerek en azından üniversite içinde olayların arkasının gelmesini engelleyerek, gençlerin, tabiri mazur görün, gazını alarak çok üst düzey bir yönetici olduğunu göstermiştir.
Öğrenciler neden protestolarını tümüyle demokrasi dışı platformlara döküyorlar, polis neden bu kadar sert, orantılılık ölçüsünü çok büyük ölçüde aşarak müdahale ediyor, bu konuların Türkiye’de çok iyi düşünülmesi, çok tartışılması gerekiyor.
Öğrencilerin kampüslerde aldıkları pozisyonlar üniversite mekanlarında ifade özgürlüğünü, özgürce konuşma yapabilme hakkını adeta sıfırlamış düzeydedir.
Polisin müdahale biçimi de çok temel bir hak olan gösteri hakkını fiilen ortadan kaldırmaktadır.
Üniversitelerin ODTÜ Rektörü tarzında, güvenlik kamu hizmetinin de polisi kontrol edebilecek, siyasi otoritenin pozisyonuna uygun davranmasını sağlayacak, polisin müdahalelerinde özerkliğini sıfırlayabilecek idarecilere ihtiyacı var gibi durmaktadır.
Bu da her aşamada farklı eğitim anlayışlarını gündeme getirmektedir.
twitter.com/KarakasEser