Geçen yıl, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, Diyarbakır’da okunan ve PKK/BDP’nin temsil ettiği Kürt hareketi açısından yeni bir paradigma değişikliği olarak kabul edilen mektubu ve bu mektupla başlayan yeni siyasi süreç önemli derslerle dolu bir süreç oldu.
Yakın siyasi tarihimizi derinden etkilemiş, büyük acılara ve kayıplara yol açmış bir çatışma sürecinin barışa evrilmesi için, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başlattığı girişim dahil, bütün girişimler başarızsızlıkla sonuçlanmış ve nihayet bir yıl önce başlayan çözüm süreci yeni bir umut olmuştur.
....2013 yılı, hükümetin ve Kürt siyasetinin bütün provokatif çaba ve kışkırtmalara rağmen, çözüm iradesinin arkasında durduğu, silahların sustuğu ve kanın akmadığı bir yıl oldu.’
***
Yukarıdaki satırları, Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün, 18 Mart Salı günü, geniş bir davetli katılımıyla, gerçekleşen ve çözüm sürecinin bir yıllık muhasebesinin yapıldığı çalıştayın davet mektubundan aldım.
SDE bu çalıştayın ortaya çıkardığı fikirleri muhtemelen seçimlerden sonra, kamuoyuyla paylaşacak.
21 Mart’ta görkemli bir kutlamanın yapıldığı Newroz alanında okunan ikinci mektubunda, Öcalan, her şeyden önce, çözüm sürecinin devam etmesini önemli bir kazanım olarak görüyor ki, bu mektubun en önemli mesajı bana göre budur. Çözüm sürecinin artık durduğunu veya sürdürülemeyeceğini iddia eden ve kendi aralarında sürecin bitirilmesi için görünür-görünmez ittifaklar kuran gruplar bir kez daha hayal kırıklığına uğradı.
İlk hayal kırıklığını geçen yıl birinci mektup okunduktan ve Öcalan’ın silahlı mücadeleye noktayı koyduğu anlaşıldıktan sonra yaşamışlardı.
Aradan geçen bir yıl içinde bu çevrelerin tutumunda bir değişiklik olmadı.
Erdoğan’a duydukları nefret arttıkça, çözüm sürecinden de o derece nefret eder hale geldiler.
Öcalan’ı Erdoğan’la anlaşıp, Kürtleri ve Türkleri satışa getirmekle suçladılar. Ergenekoncuların başlattığı ve Öcalan’ı hedef alan itibarsızlaştırma kampanyalarına böylece katkı sundular.
Kürt halkını ve Öcalan’ı Erdoğan’la anlaşıp demokrasiyi çözüme feda etmekle suçluyorlar.
Bu denli bir akılsızlık, ancak derin bir nefretle açıklanabilir.
***
Kürt meselesini diktatör olmaya niyet etmiş bir liderin çözmesi için ne gibi bir sebep olabilir?
Ulusal sorunların bir diktatörün eliyle çözüldüğü dünyada tek bir örnek var mıdır acaba?
Kürt meselesi bir demokrasi meselesi değil midir?
İstanbul ve Ankara’yı faşizmle yönetip, Diyarbakır’a demokrasi götürmek mümkün olabilir mi?
Mümkün olabileceğini savunanlar, Newroz’dan önce PKK’den gelen açıklamalara epey sevinmişlerdi, ama sevinç fazla sürmedi.
Bir yıllık muhasebe gösteriyor ki; Kürtler, her şeye rağmen; Öcalan’ın hükümeti daha sorumlu davranmaya davet etmesi ve yine hükümeti sürecin ilerlemesinde pasif bir politika izlediği için eleştirmesine rağmen, yüzlerini barışa ve çözüm sürecine dönmeyecek, dertleri Erdoğan’ı siyaset dışı bırakıp, hükümeti alaşağı etmek olanların ilkesiz ittifaklarına bel bağlamayacaklardır.
***
Bu bakımdan, Öcalan’ın mektubu, Kürt hareketinin, tek amacı Erdoğan’ı devirmek olan Gezi ve 17 Aralık kalkışmasına karşı gösterdiği tavrın ne kadar doğru olduğunu teyit ediyor. Eğer, Kürtler’i hala bu tuzaklara çekmek isteyenler varsa, bence yol yakınken ve daha fazla rezil-rüsva olmadan, vazgeçsinler bundan.
İçlerindeki Öcalan ve Erdoğan nefretini bir an için durdurup, Diyarbakır meydanında toplanan yüzbinlerce insanın, o saygı duyulası özlemlerine, sükunetine, dünyaya gururla el sallayan Kürt kadınlarına ve gençlerine dönüp baksınlar.
O kadınlar sırf başkalarının iktidar talepleri uğruna acı çekmeyecek artık. O gençler, bundan sonra, sadece kendi halklarının barış ve demokrasi mücadelesi için mücadele edecek, Gabar’da, Cudi’de dolaşıp durmayacak, ölmeyecek ve öldürmeyecekler!
Kürt kadınları ve Kürt gençleri, dipten gelen bir dalga gibi gelip hükmünü dayatan barışın, kardeşliğin bir parçası olmaya karar verdiler.
Kolay olmadı çok zor oldu, ama oldu.
***
Eskiden şu lanetli savaşı anlamaya çalışanlar, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi düşünür ve umutsuzluk içinde şu sonuca varırlardı: Bu savaşı bitirmek isteyeni bitirirler.
Oysa şimdi Newroz meydanına toplanan yüzbinlerce insanın ortaya koyduğu mesajın bir tek anlamı var, o da şudur: Bu barışı bitirmek isteyeni bitirirler!
Barışı bitirmek isteyeni, ancak halk bitirebilir, o halk da bugün artık Edirne’den Hakkari’ye kadar meydanlara akıp duruyor ve barış istiyor, kardeşlik istiyor.
Halkın, tecrübeyle geçen acı ve yas yıllarından sonra ortaya koyduğu ve sahip çıktığı barış arzusunun muhatapları ise Başbakan Erdoğan ve İmralı’da mahkum Abdullah Öcalan’dır.
Başbakan’ın bunca kasete, kumpasa, ulusal ve uluslararası kuşatmaya rağmen milyonları peşinden sürükleyebilmesi ve halkla hiçbir teması olmamasına rağmen, Kürt halkının Öcalan’a güven duymasının, mesajlarını saygıyla karşılamasının sebebi budur.
Bir an için ne Başbakan Erdoğan’ın, ne de Abdullah Öcalan’ın barış değil, savaş istediklerini düşünelim. Kürt ve Türk halkını bu denli etkileyebilir ve peşlerinden sürükleyebilir miydiler?
Geçen yıl Newroz’da okunan Abdullah Öcalan’ın mektubunu yorumlaması istendiğinde, Başbakan “Bu düşünceler bizim yıllarca savunduğumuz düşünceler” demişti.
***
Öcalan’ın yeni mektubunda ortaya koyduğu fikirler ‘düşünce ortaklığının’ devam ettiğini gösteriyor.
- Öcalan, hükümete belli eleştiriler yöneltiyor. Ama esas olarak hem hükümetin hem Kürt siyasetinin çözüm sürecini korumak ve sürdürmek için azami hassasiyeti gösterdiğine inanıyor.
- Anadolu, Mezopotamya ve Kürdistan coğrafyalarına yapılan vurgu son derece önemlidir. Bu coğrafyalarda yaşayan halkların, bugün, dünyanın AB hariç hemen hiçbir bölgesinde olmadığı kadar hızlı bir entegrasyon ve nüfus mobilizasyonuyla birbiriyle kaynaşıp gittiğine tanık olunmaktadır. Öcalan’ın mektubunda sözünü ettiği Kürt-Türk siyasi ilişkilerinin geçen yüzyıla kıyasla, bu yüzyıl içindeki en büyük avantajı ve kazanımı belki de bu nüfus mobilizasyonu ve entegrasyonudur. Cetvelle çizilen sınırların aşılmasıdır.
Entegrasyonu, salt Türkiye’nin Kürt nüfusunun Batı’yla entegrasyonu olarak anlamamak lazım. Bu seçimlerde, Diyarbakır-Erbil arasında hızlı tren projesinin bir vaat olarak gündeme gelmesi, Başbakan’ın İstanbul’dan Habur’a kadar uzanacak hızlı tren projesinden söz etmesi, tarihsel akışın ve Türk-Kürt siyasi ilişkilerinin beş-on yıl içinde nerelere evrilebileceği konusunda fikir veriyor. Kürt ve Türk siyasi dinamiği, ve bu dinamiğin ortaya çıkaracağı ekonomik, tarihsel ve siyasi süreçler, Ortadoğu halklarının geleceğinde de kuşku yok ki belirleyici olacaktır.
- Öcalan bu siyasi geleceği ve her iki halkın entegrasyonunun yol açacağı tarih içinde birliği ve bu birliğin yaratacağı gücü görebilen bir lider olduğunu gösterdi.
- Öcalan’ın mektubunda işaret ettiği ya darbelerle ya da radikal demokrasiyle ülkenin yönetilmesine dayalı iki alternatif, iki yönetim tarzı, meselenin özünü teşkil etmektedir. Bugünün siyasi mücadelesinin özü budur. Bunu Kürt siyasetinin en etkin ismi olan Öcalan’ın görmesi ve buna göre bir pozisyon alması, Kürt siyasetindeki olası gel-gitlerin ve savrulmaların önlenebilmesi bakımından, düşünsel ve siyasi bir güvence gibidir. Kürtler Baasçılıktan ve Kemalizmden uzak durdukları oranda ancak, kendilerini bu savrulmalardan kurtarabilirler.
Öcalan’ın birinci mektubu, her iki halkın siyasi ve tarihi ilişkilerinde eğer bir milatsa, ikinci mektup, şu içinde bulunduğumuz sımsıcak iklime rağmen bu milat içinde kalmanın zorunluluğuna, soğukkanlılıkla işaret eden kısa ama özlü bir manifestodur.
Türkiye’ye hayırlı olsun.