Öcalan, 18 Mart 1999’da, yazdığı mektupta şunları söylüyordu:
“Anlamsız şiddet sorunları içinden çıkılmaz hale getiriyor. Şiddete son vermek sorunların çözümünde temel halka olmaktadır.
Ağırlıklı olarak şiddet yaklaşımları objektif olarak çıkmazı derinleştirmekten, sahte bir rant ekonomisi ve politik yapı üretmekten, dolayısıyla en gerici sonuçlara yol açmaktan öteye varamıyor. Mevcut durum aşılmazsa sonuç çıkmazda ve tekrarda derinleşmedir. Gecikmiş olarak mütevazi ve gerçekçi bir barış seçeneği tek yol olarak karşımızda duruyor.
Devlet direk PKK ile barış yapıyorum demez. Biz de eşit bir taraf gibi yaklaşamayız.”
Öcalan muhtemel müzakereleri beklemeden 1 Eylül’den itibaren PKK’nin silahlı güçlerinin ülkeyi terk etmesini de istedi.
“Şiddetin pratik olarak da GÜVENCELİ OLARAK DA sona erdiğini kuşku götürmez bir biçimde kanıtlamak gerekiyor. Bu durumda en etkili sonuç alıcı yol, herkesi üzerine düşeni yapmaya zorlayacak ve aynı zamanda kolaylık sağlayacak olanı, barış için silahlı mücadeleye son verme ilanıdır. 1 Eylül 1999’da silahlı mücadeleye son verdiğimizi açıklamak ve güçlerimizi sınır çizgisine Güney’e çekip sürece göre değerlendirmek ve hazırlıklara çekmektir.”
O yıllarda bu politikanın devlet nezdinde bir karşılığı yoktu. Kimsenin böyle bir gelişmeye hazırlığı bulunmuyordu. Siyasi partilerin ve hükümetlerin, ordunun egemenlik alanı olmaya devam eden Kürt sorununda, ne söyleyecek sözleri ne ortaya koyabilecekleri programları vardı.
Öcalan bu savaşın bitirilmesi için adım atmıştı. Ama muhatapları bu adımı önemsememiş, hatta yine Öcalan’ın kaydettiğine göre PKK güçlerinin tümünün Öcalan’ın isteği üzerine, sınır ötesine çekilmesine pek anlam verememiş ve ‘hiç değilse 500’ü kalsın’ mealinde sözler sarf etmişlerdi.
PKK lideri, 1 Eylül’den geçerli olmak üzere aldığı geri çekilme kararında şöyle diyordu:
“Türkiye’de çatışma ortamı insan hakları ve demokratik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir. Ağırlıklı olarak Kürt sorunundan kaynaklanan şiddet, bunda temel rol oynamaktadır. Çıkmazı aşmak ve sorunların çözüm yolu, şiddete son vermeyi gerektirmektedir. Bu nedenle PKK’nin 1 Eylül 1998’den beri tek taraflı yürütmeye çalıştığı ateşkes sürecinde, 1 Eylül 1999’dan itibaren, silahlı mücadeleye son vermeye, ve güçlerini barış için sınırların dışına çekmeye çağırıyorum. Böylelikle demokratik çözüm yolunda yeni bir diyalog ve uzlaşma aşamasının geleceğine inancımı belirtiyorum...”
Öcalan PKK’ye gönderdiği mektupta ise yoldaşlarını ikna etmeye çalışıyor ve şiddetin miadını doldurduğunun altını çiziyordu:
“Yüzyılın savaşları kendi doğasına uygun barışını arıyor. Klasik askeri güce dayalı mutlak zafer arama yolunun artık geçersizliği söz konusudur. PKK açısından artık bir demokratik çözüm tarzı halinde somutlaşan Kürt sorunu ve tüm Türkiye’de demokrasi için artık şiddete ihtiyaç yoktur ve hatta bu çok fazlasıyla yürütülmüştür. PKK mevcut koşullarda şiddet aracıyla daha fazla gelişme sağlanamayacağını, tersine daha da zorlanacağını anlamıştır. Bu noktada çatışma durumunu sürdürmenin ilerletici siyasi bir anlamı olmadığı gibi, bu durum daha çok tıkayıcı, krize ve şovenizme götüren son derece olumsuz yönlere hizmet edecektir. Bu konuda ilk adımın PKK’den gelmesi doğaldır.”
“Biriken öfkeler ve tepkileri sabırla gidermeyi bilmek durumundayız. Hayali yaklaşmamak, çok acılı bir savaşın ardından barış geliştirmenin kolay olmadığını, büyük ustalık kadar sabır ve olgunluk gerektirdiğini sürekli göz önüne getirmek gerekir. TÜRKİYE SEVR YAKLAŞIMINDAN KORKUYOR. BU İZLENİMİ TAMAMEN SİLMEK GEREKİR. TÜRKİYE İLE DÜŞMANLAŞMA OYUNLARINA GELİNMEMELİ, BUNA DİKKAT EDİLMELİDİR.”
Newroz günü okunan mektubun 14 yıl önce yazılan mektuptan farkı var mı?
Hayır, yok!
O halde ne değişti, bu 14 yıl neden heba edildi ve kim heba etti?
Çözüm sürecinin ilerlemesi için aydınlanmaya ve aydınlığa ihtiyaç var.