Çözüm sürecinde son iki ayın muhasebesini yapmadan yola devam etmenin mümkün olmadığında herkes hemfikir.
Öcalan maalesef Ortadoğu’daki ‘soğuk savaş’ rüzgarlarına bir kez daha güvenerek, çözüm sürecine yüzünü dönmüş oldu. Murat Yetkin, Öcalan’la MİT yetkililerinin yaptığı görüşme ve bu görüşmede kendisine sunulan teklifi gayet iyi özetlemiş. Bu yol haritasına Kürt sorununun çözümünü isteyen hiç kimsenin karşı çıkması mümkün değildir.
O halde Öcalan’ın beklentisi nedir, neden yol haritasına onay vermedi, asıl tartışılması gereken bu.
Öcalan muhtemelen, Amerika ve Avrupalılar’ın Ortadoğu’da yeni bir Kürt politikası inşa ettiğini düşünüyor ve bu inşanın en çok PKK’ye yarayacağını varsayıyor.
Kobanê üzerinden yapılan bu okumanın çok eksik ve yanlış olduğunu çok sürmeyecek Öcalan da görecek belki, ama çözüm sürecinde yakalanan fırsatı da kaçırmış olacak.
***
Çözüm sürecini, Öcalan’a sunulan açık ve bütün yönleriyle belirlenmiş yol haritasını hatırlamadan, bu saatten sonra tartışmanın hiçbir faydası yok.
Öcalan, Murat Yetkin’in yazdığı gibi, kendisine sunulan yol haritasının Kandil’e ve HDP’ye teklif edilmesinde neden tereddüt gösterdi, bu daha ayrıntılı olarak yarın ki yazının konusu olsun.
Bu yazıya da yanlış bir yerden tartışılan çözüm süreci ve bu tartışmanın HDP’yi kapatmak gibi bir noktaya taşınmış olmasının yaratacağı vahim sonuçları hatırlayarak devam etmek istiyorum.
Çözüm sürecinin şu aşamasında geldiğimiz yer, ne yazık ki, HDP’yi kapatmayı ciddi ciddi tartışmak oldu.
Çok hazin ve trajik bir sonuç bu.
Oysa süreç umut edildiği gibi yürüseydi, Kürt siyasetinin farklı kolları, KCK’dan, Avrupa’daki birimlere ve dağlardan inecek olan insanlara kadar, demokratik siyaset yapmaya niyeti olan herkes bir tek partide birleşecek ve Kürt siyasetinde silahların gölgesinde yaşanan uzun yıllar tarihe karışıp gidecekti.
Bunların hiçbiri olmadı.
KCK faaliyetlerini sürdürdü, süreci istismar etti ve çözüm sürecinden önceki yıllarda elde edemediği gücü bu dönemde elde etti.
***
Kürtler’in en son kapatılan partisinin ismi DTP’ydi. Kapatma davası, 2008’de açıldı. Partinin hem kurucusu hem dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısıydım. 2007’de Taraf gazetesinde köşe yazmak için ayrıldım. Ama buna rağmen Anayasa Mahkemesi bana beş yıl siyaset yasağı koydu. Yasak bu Aralık ayında bitiyor.
Gel de hüzünlenme..
DTP davasından benim gibi siyaset yasağı alan Aysel Tuğluk, Ahmet Türk gibi isimlerle beraber yasağımız Aralık ayında bitiyorken, Türkiye yeniden bir başka Kürt Partisinin, yani HDP’nin kapatılmasını tartışıyor.
Bu Türkiye’nin alnına yazılmış bir kader mi ki dönüp dönüp aynı yere geliyoruz..
İnşallah sadece tartışılır ve biter, parti kapatmakla şiddeti önleyemeyeceğimizi anlarız ve HDP’nin kapatılması için savcılar harekete geçmez. Ama HDP kapatılırsa, kapatılan Kürt partilerinin sayısı sekiz olacak.
Böyle bir gelişme olması halinde, şu sayıları her geçen gün biraz daha artan ‘uzmanların’ yapacağı yorumların tek kelimesini okumamaya şimdiden kendi kendime söz verdim.
Çıkıp ‘İspanya Henri-Batasuna’yı kapattı, sebebi şiddettir’ diyeceklerdir, tabi bir de ‘HDP’nin kapatılması için hukuki bakımdan her şey oluşmuş durumda’ diyenler olacaktır.
Bu değerlendirmelerin hepsi doğru olabilir.
Ama derde deva mı, emin değilim.
Şöyle soralım isterseniz:
HDP kapatılırsa, 6-8 Ekim olaylarının Allah korusun bir daha tekrar etmesi önlenebilecek mi?
Kamu düzeni sağlanacak mı?
Farklı yargılama ve vergilendirme sistemi ortadan kalkacak, insanların dağlara kaçırılması sona erecek mi?
***
Kamu düzeninin nasıl işleyeceğine karar veren HDP mi, yoksa PKK’nin bizzat kendisi mi?
Kamu düzenini bozan şehirlerdeki örgüt kim, HDP mi, başkası mı?
Kamu düzeninin, alternatif devlet modeliyle bozulmasının yol ve yöntemlerine, eylem biçimlerine HDP’nin il ve ilçe teşkilatlarında mı, yoksa Kandil’de mi karar veriliyor?
Eğer kararlar, Kandil ve hatta yaygın ve yeni bir kanaatı hatırlayarak söylemek gerekirse, bizzat İmralı’daki Öcalan tarafından veriliyorsa HDP’yi kapatsanız ne olur, kapatmasanız ne olur?
Ben hiçbir HDP’linin 6-8 Ekim olaylarına karar verebilecek kadar sorumsuz davranabileceğini düşünmek istemiyorum. İnsanların Selahattin Demirtaş’ın çağrısıyla sokaklara döküldüğüne hiç inanmıyorum. Demirtaş işi kolaylaştırdı sadece, bu kadar. Ama o çağrı olmasaydı bile, 6-8 Ekim olayları bence olacaktı. Çünkü PKK ve Öcalan da bunu istiyordu. Ama fatura Demirtaş’a ve HDP’ye kesildi. Gerçek failler herhalde ellerini sevinç içinde ovuşturuyorlardır. İstedikleri oldu çünkü.
Kürt hareketinin yegane nefes borusu diyebileceğimiz HDP’ye fatura kesmek, gerçek sorumluları ağza bile almamak, kanaatimce doğru ve adil bir tutum olmadı.