Öcalan’ın önünde fazlaca bir seçenek bulunmuyor. Bu sıkıştığı için yaşanan bir durum değil. Aksine tamamen kendisinin karar vereceği bir tercihin neticesi. Birinci yol örgüt liderliği. Bu oldukça kolay ve konforlu bir yol. Ömrü yettiğince ve PKK farklı bir liderliğe yönelmediği sürece de sürdürülebilir. İkinci yol ise Türkiye’nin demokratik dönüşümüne katılma fırsatını değerlendirmek. Bu ise belirsizlikleri yönetmeyi gerektiren zahmetli ve sancılı bir yol.
Birincisi, geçen yüzyıla ait ve geleceği olmayan bir tercih. Sadece PKK’yı ilgilendiren ve Öcalan’ın ömrüyle sınırlı. Herhangi bir liderlik kabiliyeti de gerektirmiyor. PKK mitleştirdiği Öcalan’a mahkûm, Öcalan ise hapishane şartlarının tahditlerini tek kırma imkânı olarak gördüğü PKK’ya. Bu, elbette bir çıkmaz sokak olmanın yanında, sadece kendi ekosisteminde anlamı olan bir vakıa. Yani ne bölgesel anlamda ne de Türkiye genelinde, siyasetle ve toplumla kriz anları dışında, hem de menfi bir bağlamda temas etmesi mümkün olmayan bir unsurdan ibaret olma hali. Kendi cemaatine konuşan, kendi cemaatiyle var olabilen birçok farklı yapı gibi; PKK ve Öcalan da böyle bir tercihte bulunabilirler. Kaldı ki, bugüne kadar ara sıra bir vizyon genişlemesi yaşansa da, dönüp dolaşıp, öğrenilmiş cehalet refleksiyle aynı tuzağa düşmekten kendilerini alamadılar. Bu durumdan PKK’nın fazlasıyla memnun olduğu muhakkak. Kendisini dağa hapsetmiş aktörlerin, farklı bir ekosistemi hayâl bile edememenin travmasını ‘yoğun ideolojik bir ütopya kurgusu’ ile hafifletme çabasından daha doğal bir durum olamaz.
Açılım Süreci’yle birlikte ikinci ihtimalin dibacesi hazırlanmıştı. PKK’nın panik tepkileriyle akamete uğradı. Çözüm Süreci’yle ise açıkça ‘siyasallaşma teklifi’ yapılmış oldu. Ancak bunun, ‘bizzat milletin’ otuz yıldır akan kanı durdurmak için tasdik ettiği bir teklif olduğunu bile idrak edemediler. Yapılan teklifi tarihi bir derinlik ve ufku olan bir jeopolitik içerisinde değerlendirmek yerine, kendilerinin dışındaki dünyanın bilmediği ve anlamadığı bir dil kullanarak tepki vermeyi tercih ettiler. Yıllarca tek gündeme odaklanmanın oluşturduğu renk körlüğü ve dünyanın merkezi olarak kodlamak zorunda kaldıkları ‘örgüt aklı’ sıkışması içerisinde ‘siyasaldan’ kopuş yaşıyorlar.
İşin hazin yanı, günlük örgüt teolojisinin malzemelerini yoğun bir şekilde tüketmelerini ise motivasyonu yüksek bir siyasallaşma zannetmeleri. Kurucu, canlı bir siyasi bünyeye ve akla sahip olmanın basit emarelerinden birisi de ‘şaşırtma frekansı’nızdır. PKK, mesela en son ne zaman hem taraftarlarını hem de karşıtlarını şaşırtan bir çıkış yapmayı başarmıştır?
Tam da bu noktada Öcalan’ın ne yapmak istediği önemli bir soruna dönüşüyor. Her ne kadar zaman zaman anakronik PKK diskurundan ayrı düştüğü, hatta 2013 Nevruz’unda olduğu gibi ‘şaşırttığı anlar’ olsa da, Öcalan da yapısal kırılmaları başarabilen bir aktör değil. Başka bir deyişle, ‘Öcalan şaşırtmaları’ oldukça kısa ömürlü. Zira Öcalan, 2009 Açılım Süreci’nden beri iki seçenek arasında önce arafta kalan, ama son tahlilde birinci seçeneğin konforunu tercih etmekten kendisini alıkoyamayan bir aktör oldu.
Burada bir diğer temel soru da şu: Öcalan ‘dışarıda’, yani Kandil’de olsa ne yapardı? Dağda kalmaya devam ederek, bitmez tükenmez bir şekilde aynı ütopyayı farklı cümlelerle tekrarlayıp, güncellediği yanılsamasının peşine takılır mıydı? Son beş yıllık performansa ve tercihlere bakılırsa, evet aynen öyle olurdu. Çünkü mesele hapishane şartları değil. Zira, 35 yıl boyunca inşa ettikleri, her yıl biraz daha korunaklı hale getirdikleri ve kendi zindanlarına dönüştürdükleri dünyadan çıkmaya cesaret etmedikleri sürece, İmralı veya Kandil’de kalmak bir mahkûmiyetten ziyade tercihe dönüşmüş durumda.
Çözüm Süreci’nin muhatabı millet. Milletin sindiremeyeceği hiçbir adımın atılması mümkün değil. Zaten böylesi bir tartışmanın başlangıcında bile değiliz. Zira, Kürt Meselesi’nden geriye kalan ‘PKK sorununa’ dair neler yapılacağı tartışmasının başlayabilmesi için, PKK’nın 2015 Türkiye’sinde ‘silahlı bir örgüt’ olarak kalıp kalmama konusunda karar vermesi gerekiyor.
Bu konuda Öcalan’ın inişli çıkışlı analizlerinin uzunca bir zamandır çatışma çözümü egzersizine dönüştüğü ortada. Dolayısıyla absürt bir kısır döngünün sürmesi sağlanıyor. Bu durumun devam etmesi ise bir süre sonra Öcalan’ın ciddiyet krizi içerisinde, ikinci tercihe samimi bir şekilde yönelmesini bile boşa çıkaracak kadar birinci tercihe gömülmesine yol açabilir. 2015 bu açıdan sahici olduğu kadar yakıcı bir tercih sürecinin önünü açabilir.